14 Ağustos 2009 Cuma

hayatın rengi

Yönetmen Muhsin Mahmelbaf ilk gençlik yıllarında, kurucusu olduğu şehir gerillası grubuyla bir polis memuruna saldırır. Amaç polisin silahını ele geçirip bir banka soymaktır. Ancak işler planlandığı gibi gitmez, Mahmelbaf’ın arkadaşı polisin tabancasını kılıfından çıkarmayı beceremez. Mahmelbaf polisi bıçaklar, bu sırada karnına bir kurşun isabet eder. Kaçmaya çalışırken yakalanır ve 18 yaşından küçük olduğu için beş yıl hapse mahkum edilir. 1979’daki devrim sayesinde serbest kalır. Hapisten sonra Devrim Mücahitleri’ne katılır. İktidar açlığının neden olduğu iç çekişmelere tanık olunca örgütten ayrılır. Önceleri muhabir olarak çalışır, daha sonra ise bir iddia üzerine sinemaya yönelir. Dahil olduğu gruptaki arkadaşları ondan “kötü” bir filmle ilgili eleştiri yazmasını isterler. Eleştiriye inanmadığını fark eden Mahmelbaf, eleştirmek yerine kendi filmini yapmayı tercih eder. Bir ay sonra ilk filmi Nasuh Tövbesi’ni çekmeye başlar.

***

İran’da şu sıralarda Musavi önderliğindeki toplumsal muhalefetin ön saflarında sanatçılar, özellikle de sinemacılar yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde gösterilere katılan pek çok sinemacı gözaltına alındı. Muhalefetin gayrıresmi sözcüğünü ise bir süredir İran dışında yaşayan Mahmelbaf üstlenmiş durumda. Musavi adına yaptığı açıklamalarda, şiddete başvurmaktan kaçındıklarını söylüyor: Zira güç kullanarak kurulacak bir rejim, ancak zorbalıkla ayakta durabilir, yetişkin Mahmelbaf’e göre.

Bir süredir, İran’da olup bitenleri anlamaya çalışıyoruz... Meseleyi kavramamızı zorlaştıran, belki de iletişim araçlarıyla yayılan yaygın bakış açısı. Buna göre gelişmeler, köktendincilerle Batı-yanlısı reformcular arasındaki bir mücadeleden ibaret. Bu dar çerçevede, nasıl tutum alınması gerektiği de, hangi saftan baktığımıza göre değişiyor:

Kimilerine göre, İran’daki toplumsal muhalefet, örneklerini eski Doğu Bloku ülkelerinde gördüğümüz türden bir Batı yanlısı reform hareketi. Tıpkı benzerleri gibi kendine bir renk seçen (yeşil) bu reform hareketinin, köktendincilikten liberal-demokratik bir düzene geçiş umudunu taşıdığına inanılıyor.

Diğer uçta ise, Ahmedinejad’ı geniş halk kesimlerinin, özellikle de yoksulların sesi olarak görenler var. Bu görüş sol cenahın bir kesiminden de destek görüyor. Onlara göre, protestoların esas kaynağı İran’ın bağımsızlığını savunan Ahmedinejad’ı devirmek. Tıpkı 1953’te Musaddık’ın devrilmesine yol açan darbe gibi bu da Batı’nın bir kışkırtması. Savunulan bir diğer yaygın görüş de, aslında pek çok açıdan iki lider arasında bir fark bulunmadğı yönünde.

Bu dar çerçevenin dışında bakış açılarına ise daha ender rastlanıyor. Bu farklı seslerden biri olan Slavoj Zizek, Ahmedinejad’ın kimilerinin inandığı gibi bir halk kahramanı olmadığını, politikaları açısından daha çok Berlusconi’ye benzeyen İslamcı-faşist bir popülist olduğunu belirtiyor. Zizek’e göre, Hümeyni devrimi İslamcı bir müdahaleden daha fazlasını vaat ediyordu. Ancak, hedeflediği toplumsal dönüşümü gerçekleştiremeden bir baskı rejimine dönüştü.  Musavi liderliğindeki muhaliflerin hedefi ise yarım kalan devrimi sürdürmek.

ABD’de yaşayan İranlı akademisyen Hamid Dabaşi ise Zizek’e katılmadığını belirtiyor. İran sineması üzerine bir kitap da kaleme alan yazara göre, olup bitenleri anlamak için, genç kuşağa ve onların çeşitli sanatsal alanlarda yarattıkları yapıtlara bakmak gerekiyor. Dabaşi, İslami devrimden çok sonra doğan bugünün eylemcilerinin, devrimin idaellerini canlandırmak gibi bir iddiası olmadığını, hatta her hangi bir kurtuluş anlatısına ya da hakikat anlayışına inanmadığını kaydediyor. Dabaşi’ye göre, yaşananlar bir devrim değil, daha iyi bir yaşam isteyen gençlerin öncülük ettiği, temel ve vazgeçilmez hakların kazanımına yönelik bir yurttaş hareketi.

***

Mahmelbaf, yıllar sonra bıçakladığı polis memurunu bulur ve söz konusu olaya dair bir film çekmeye karar verir. Bunun için kendisini ve polisi canlandıracak iki genç bulur. Yaşamlarını canlandıracakları kişiler tarafından rollerine hazırlanan gençler, o anı geçmiştekinden farklı bir kurguyla yeniden canlandıracaklardır. Masumiyet Anı (özgün Farsça adının çevirisi: Ekmek ve Çiçek, 1996) adını taşıyan filme, bu kez bir aşk hikâyesi dahil olmuştur. Mahmelbaf, filmin senaryosunu kaleme alırken, Hindistan’a yaptığı yolculuk sırasında, bir aydınlanma anı yaşar. Beyaz yanları olsa da siyah ağırlıklı bir senaryo yazmıştır: 

Toplumu siyaha boyadıklarını görüyor ve bu karanlık dışında hiçbir şeyden söz etmiyordum. Sonra yavaş yavaş varoluşun en basit gerçeği dışında hiçbir şeye inanmadığımı kabullenmeye başladım; hayattır bu basit gerçek. Ve hayat beyazdır. Bu yüzden de benim ideolojim beyazdır.”

Sanırım, Mahmelbaf’ın işaret etmeye çalıştığı esas mesele, hayatın rengini bulabilmek; ister yeşil olsun ister beyaz... Bunun yolu da her şeye karşın siyaha boyun eğmemekten geçiyor.

(6.8.2009 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: