Sinema tarihçisi Nicole Brenez ile kurgucu Nathalie Hubert, geçtiğimiz aylarda sanatçılara bir mektup göndererek, tepkilerini kamera aracılığıyla dile getirmeleri çağrısında bulundular.
Konuya dikkat çekme amacı taşıyan proje kapsamında, bugüne kadar 50’ye yakın kısa film çekildi. “Öfke ve İsyan” başlığını taşıyan projeye katılan yönetmen ve sanatçılar arasında Philippe Garel, Jean-Marie Straub ve Lech Kowalski gibi isimler de bulunuyor.
Filmler halen www.medipart.fr adresinde online olarak izlenebiliyor. Ayrıca, farklı yönetmenlerin çektikleri bölümler, 190 dakikalık bir bütün oluşturdu. Bu kollektif filmse, şu aralar Fransa’daki ve yurtdışındaki festivalleri dolaşıyor.
Jean-Jacques Rousseau şöyle yazmış:Filozofun sakin uykusunu tedirgin eden, onu yatağından çekip çıkaran, yalnızca toplumun tümünü etkileyen tehlikelerdir. Bir meslektaşını, onun penceresinin hemen altında, kimseye çaktırmadan, boğazlayabilirler; Tek yapması gereken, kulaklarını elleriyle tıkamak ve onu içten içe kemiren, öldürülen kişiyle özdeşlik kurmasına neden olan doğal itkiye engel olmak için kendi kendisiyle biraz tartışmaktan ibarettir. Vahşi insanda bu hayran olunmaya değer yetenek hiç yoktur; bilgelik ve düşünce yoksunluğu nedeniyle her zaman ilk duyduğu insanlık duygusuna düşüncesizce teslim olduğu görülür. Kargaşalıklarda ve sokak kavgalarında ayak takımı toplanır, tedbirli adam ise uzaklaşır; kavga edenleri birbirinden ayıran, namuslu insanların birbirini boğazlamasını önleyen, ayak takımıdır, pazarcı kadınlardır.Ve ben Straub, sizlere diyorumki:(onları) öldüren polistir, Sermayenin silahını kuşanmış olan polis...
"Tarih henüz yazılmadı, sosyalizm henüz varolmadı, kapitalist terör hükmünü sürdürüyor, zorunluluklar kendini giderek daha fazla dayatıyor."
Bu girişim, bir yönüyle, 1960’larda ve 1970'lerde örneklerine sıkça ratladığımız ‘müdahil’ (interventionist) sinemayı anımsatıyor... Oysa, sinemanın toplumsal gelişmelerden bağımsız olamayacağı ve güçlü bir tepki aracına dönüşebileceği gerçeği gün geçtikçe unutuluyor sanki. İşçi Filmleri Festivali'nde gösterilen Tekel işçilerinin direnişine dair belgeleme çalışmaları ile Hırant Dink anısına düzenlenen Vicdan filmleri yarışması gibi girişimleri bir yana bırakacak olursak, Türkiye'de müdahil sinema örneklerine pek rastlanmıyor. Kastettiğimiz militanca ya da ‘ajitatif’ bir sinemadan – buna hiçbir itirazımız yok elbette – çok, güncel gelişmelere duyarlı bir yaklaşım.
Geçmişte yalnızca düşünce özgürlüğüne ilişkin davalarda bir yıldırma taktiği olarak kullanılan müdahilliği sinemada yeniden tanımlamanın tam zamanı belki de. Ya da en azından, ölüm ve yaralanmalara sebebiyet konusundaki sicili oldukça kabarık bir kolluk gücüne sahip bir hükümetle ilişkilerde biraz daha özen...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder