Geride bir dizi bitmemiş proje bırakan Orson Welles’in ölmeden önce tamamlayabildiği son filmi, belgesel ile kurmacanın sınırlarında gezinir. Welles filme Doğrular ve Yalanlar (Vérités et mensonges, 1974) adını verir. Ancak, film İngiltere ve ABD’de gösterime sunulurken kullanılan başlıkla anılır çoğunlukla: Sahtenin S’si (F for Fake).
Orson Welles’in aynı zamanda hayat arkadaşı olan Oja Kodar’ın erkeklerin başlarını döndüren seksi yürüyüşüyle açılır film. Ele aldığı konu ise, yaşamda ve sanatta ‘sahteliktir’. Filmin odağında 20. yüzyılın iki önemli sahtekarı yer alır. Başyapıtları kopyalayarak yaptığı tabloları gerçeğinden ayırt etmenin çok zor olduğu ressam Elmyr de Hory ve onun yaşamöyküsünü kaleme alan yazar Clifford Irving.
De Hory hakkında yazdığı kitap çok da fazla ilgi uyandırmayan Irving, bir kaç yıl sonra yayın dünyasını sarsacak bir başka sahtekarlığa imza atar. Egzantrik bir karakter olan girişimci ve yönetmen Howard Hughes’ın yaşamöyküsünü kaleme almakta olduğunu duyurur yayıncısına. İlginç öyküsünü Martin Scorsese’nin Göklerin Hakimi (2004) filminde izlediğimiz Hughes, uzunca bir süredir kanuoyunun karşısına çıkmamakta, röportaj vermemektedir. Irving, yayıncısını Hughes ile gerçekten görüştüğüne inandırmak için türlü yollar dener. Öte yandan, kaleme aldığı satırları Hughes’un üslubundan ayırt edebilmek imkansızdır. Nitekim, bu sayede başarılı olur ve ancak kitap piyasaya sürülmek üzereyken foyası ortaya çıkar. Bu konunun da bir başka ilginç filme, Sahtekar (Lasse Hallström, 2006) kaynaklık ettiğini hatırlatıp, biz yine Doğrular ve Yalanlar’a dönelim.
Welles, orijinal ve kopya kavramlarını tartışırken, yapıtın sahibi olarak nitelenen sanatçının konumuna da değinir. Yapıtın değerinin sanatçıyla ölçülmesini sorgulayan yönetmen, “yaratıcısı bilinmeyen bir yapıtı sanat eseri saymayacak mıyız?” diye sorar. Welles’in ele aldığı sahtekarlıklar can yakmayan türden olanlardır. Tanıttığı sahtekarlar ise oldukça cana yakın ve sempatik insanlardır. Bir anlamda ‘gerçek’ sanatçılardır.
Kendi sahtekarlıklarını da anlatır filmde Orson Welles. Gençlik yıllarında Dublin’de resim yapıp geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Ancak tiyatro sahnesinin büyüsüne kapılmıştır, bir an önce oraya adım atmak ister. Ama küçük bir sorun vardır, daha önce hiç sahneye çıkmamıştır. Kendini New York’tan gelen ünlü bir yıldız olarak tanıtır ve karşısındakileri de inandırmayı başarır. “İşte mesleğe böyle başladım. En yüksek noktadan. Ve o günden beri de düşmek için elimden geleni yapıyorum”, diyerek dalga geçer kendisiyle.
Welles’e genç yaşta her türlü imkanla birlikte sinema dünyasının kapılarını açacak olan da gerçekleştirdiği bir başka sahteciliktir. H.G. Welles’in Dünyalar Savaşı romanından uyarladığı radyo oyunun anonsunda “dünyanın Marslılar tarafından işgal edildiğini” duyrunca, Amerikalılar panikle sokaklara dökülür.
Sinema da aslında yanılsamaya (gerçeklik izlenimi) dayalı bir sahtecilik değil midir? Oja Kodar, Orson Welles’e öldüğünde mezar taşına ne yazılmasını istedğini sorduğunda, hiç duraksamadan şu yanıtı verdiğini söyler: “Burada dünyanın en büyük sihirbazı yatıyor”.
***
1950’li yıllarda Küba Sinemateğinde Orson Welles üzerine bir konferans düzenlenir. Konuşmacı, ünlü yazar G. Cabrera Infante’dir. Konuşmanın iki bölüm olduğu, devamının bir hafta sonra aynı saatte gerçekleştirileceği duyurulur. Sonunda beklenen gün gelir, salon tıklım tıklım doludur. Infante konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelir ve “Orson Welles bir balinadır” der. Ardından kürsüden iner.
Eylem şaşkınlığa yol açar ve ülkede herkes tek cümlelik konferanstan söz eder. Ertesi hafta gelen dinleyiciler salona sığmamaktadır. Sonunda sinemateğin perdesi açılır, ancak konferansı verecek olan Cabrera Infante ortalıkta görünmemektedir. Bunun yerine sahneyi boydan boya kaplayan bir pankart vardır. Üzerinde “Orson Welles bir kelebektir” yazılıdır.
Bu güzel öykü ne derece doğrudur bilinmez. Biz eleştirmen Jonathan Rosenbaum’un yalancısıyız. Onun söylediğine göre, Kübalı bir arkadaşı öykünün doğruluğu konusunda yeminler etmiş...
***
Doğrular ve Yalanlar’ın sonunda Welles şöyle der:
“Taştan yarattığımız eserler, resimler, basılı çalışmalar... Bunların bir bölümü bir kaç yüzyıl, bilemediniz bin yıl ya da iki bin yıl kadar korunacak. Fakat sonunda her şey savaşlara yenik düşecek ya da nihai ve evrensel toz bulutuna karışacak – zaferler, sahtekarlıklar, hazineler ve taklitler. Yaşamın gerçeği: sonunda hepimiz öleceğiz. Yaşayan geçmişten ölü bir sanatçı ‘kalbiniz temiz olsun’ diye haykırmıştı. ‘Şarkılarımızı susturacaklar, ne çıkar? Şarkı söylemeye devam edin.’”(Taraf gazetesinde 16.04.2009'da yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder