Graham Greene, çocukluk anılarının yazarın ilerleyen yaşlardaki hayat sigortası olduğunu söyler. Gerçekten de, pek çok sanatçı yaşamının ileri dönemlerinde kendi yaşamöykülerine, çocuklarına yönelirler. Geçmişle bu türden bir hesaplaşmanın sağaltıcı bir etkisi olduğu gibi, Greene’in belirttiği üzere bir gelir ve başarı kaynağı olarak da katkısı yadsınamaz.
Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren yazar JG Ballard da, ününü bir ölçüde kurmaca çocukluk anılarına borçlu. Geniş çevrelerce çoksatarlar arasında giren Güneş İmparatorluğu (1984) romanı ile tanınan Ballard, yazarlık kariyerine 1960’ların başında bilimkurgu öyküleriyle başlamıştır. Öncü ve provakatif üslubuyla kısa sürede dikkat çeken yazar, görsel sanatlara ve psikoanalize büyük ilgi duyar.
En önemli yapıtlarından biri olan Zulüm Sergisi (Atrocity Exhibition) 1970’de yayınlanır. Kitap dokuz kısa romanla bir dizi düzyazıdan oluşmaktadır. Bunu izleyecek olan romanı Çarpışma’da (1973) ise, arabaların yaşamdaki psikolojik-cinsel rolünden hareketle modern dönemin karamsar bir portresini çizer. Kitabın müsvettelerini yayınevine teslim ettikten kısa bir süre sonra, Ballard ilk trafik kazasını geçirir. Bunu yaşamın garip cilvelerinden biri olarak nitelendirir. Kitap, yaklaşık 20 yıl sonra David Cronenberg’in çektiği filmle yeniden ilgi odağı olur.
1970’lerde sakin bir yaşam süren ve karısının ölümünün ardından kendisini çocuklarını yetiştirmeye adayan Ballard, birbiri ardına romanlar yayınlar. Fakat ona esas ün kazandıracak olan yapıtları arasında atipik olarak nitelendirebileceğimiz romanı Güneş İmparatorluğu’dur. Kitap Steven Spielberg tarafından da filme alınır.
Güneş İmparatorluğu Ballard’ın Şangay’da geçen çocukluğundan esinlenmiştir. Babasının görevi gereği bulundukları bu kentte doğan yazar, hizmetçiler ve mürebbiyelerin olduğu bir evde büyür. 1937’de Japonya’nın Çin’i istilasına karşın, aile refah içerisinde yaşamayı sürdürür. Ta ki, 1941 yılının Aralık ayına kadar. Pearl Harbor baskının ardından Japon kuvvetleri yabancıların yaşadığı mahalleyi de abluka altına alır. 1943’de aralarında Ballard ve ailesinin de bulunduğu ‘düşman siviller’ toplama kampına alınır. Burada yaklaşık iki yıl kalacaklardır. Koşulların görece iyi olmasına karşın, geçmişteki yaşamları ile arasındaki zıtlık Ballard’ın erken yaşta olgunlaşmasını sağlayacaktır.
Ballard’ın ölümünden önce yayınlanan son kitabı Yaşamın Mucizeleri: Şangay’dan Shepperton’a (2008) başlığını taşıyan özyaşamöyküsüdür. Anılarında bir kez daha çocukluğuna ve Şangay’a döner. Peki mucizelerle dolu bu travmatik geçmişle hesaplaşmak için, neden Güneş İmparatorluğu’nu kaleme aldığı 50’li yaşlarına kadar beklemiştir? Anılarında şu yorumda bulunur: “Yaşamındaki en etkileyici deneyimleri ele almak için çok az yazar bu kadar uzun süre beklemiştir. Hâlâ neden bu kadar uzun zaman geçmesini beklediğime şaşırıyorum. Belki de, daha önce de belirttiğim gibi, Şangay’ı unutmam 20 yılımı almıştı, hatırlamam içinse 20 yıl gerekiyordu.”
***
Ancak Ballard’ın dünyasını en çok cisimlendiren belki de Güneş İmparatorluğu’nda yazarın çocukluğunu canlandıran Christian Bale oldu. Gerek Amerikan Sapığı, Makinist ve Batman gibi filmlerdeki rolleri, gerekse çalkantılı özel yaşamıyla, Bale giderek Ballardyen bir karaktere dönüştü. Tıpkı, beyazperde çocukluktan yetişkinliğe ve yaşlılığa geçişini izlediğimiz Truffaut’nun Jean-Pierre Léaud’yu gibi, Christian Bale’i de artık simgesel babasıyla ilişkisiz olarak düşünmek imkansız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder