Corneliu Porumboiu’nun (12:08 Bükreş’in Doğusu), Cannes’da Altın Kamera’dan sonra, 15. Gezici Festival’de En İyi Film ve SİYAD Ödülü’nü kazanan filmi Polis, (s.) (2009), durağanlığı ve tekrarları nedeniyle izlenmesi zor bir film. Ancak, izleyicinin sabrını sonuna kadar sınayan film, özellikle de sondaki yaklaşık 17 dakikalık sekans çekimle, dikkatinizin ve emeğinizin karşılığını fazlasıyla ödüyor. Ama yine de bu zulme gerek var mıydı, diye sorabilirsiniz.
Polis, (s.), dil ve sözcüklerin anlamı üzerine bir film. Filmin adı (sıfat olarak polis) da buna göndermede bulunuyor. Filmin dille ilgili meselesini açtığı sahnelerden biri, genç polis memuru Cristi’nin (Dragos Bucur), YouTube’da klip izleyen karısıyla yaptığı ilginç sohbet. Kapı aralığından çekilen bu çekim sekansta aralarında şu diyalog geçiyor:
Cristi: Anca, bu şarkı çok anlamsız.
Anca: Neden?
C: “Çiçeksiz bir bahçe nasıl olurdu?” “Güneşsiz bir deniz nasıl olurdu?” Ne olacak? Yine bahçe ve deniz olurdu.
A: Sözlere dikkat etmedim.
C: Neden hoşuna gidiyor öyleyse?
A: Bunlar bir tür imaj. Başka türlü olsaydı, aşk aynı derecede güzel olmazdı.
C: Nasıl yani? Güneşsiz deniz gibi mi?
A: Evet
C: “Hayat devam ediyor”. Duracak değil ya!
A: Parça bitince konuşalım mı lütfen?
C: Gözünün önüne bir imaj geliyor mu?
A: Hayır... “Senden vazgeçmeyeceğim aşk”. Aşkta tanımlık yok.
C: Ne?
A: “Senden vazgeçmeyeceğim aşk” diyor, ama belirli bir aşk değil. Mutlak aşktan söz ediyor.
C: Eee?
A: Eeesi, bu bir yinelem?
C: Yenilem ne ki?
A: Yİ-NE-LEM, YE-Nİ-LEM değil. Bir tür retorik. Dinlemedin mi “... nasıl olurdu?” “Güneşsiz bir deniz nasıl olurdu? Çiçeksiz bir bahçe nasıl olurdu? Yarınsız bugün? Sensiz hayat?” Simgelerle ideal aşkı tanımlamaya çalışıyor. Örneğin, deniz sonsuzluğu, güneş ışığı, bahçe doğumu, yaratılışı, çiçeklerse güzelliği simgeliyor.
C: Bir dakika... Bunlar imaj mı simge mi şimdi?
A: İmaj değil, simge.
C: Haaa...
A: Hayır... Aslında ikisi birbirine bağlı. Simge olan imajlar. Örneğin “deniz”. İmaj olarak sonsuz, aynı zamanda da sonsuzluğu simgeliyor. “Çiçek” güzel bir şey ve güzelliği simgeliyor.
C: Anlamıyorum. Sonsuzluğu kastediyorlarsa, neden kafadan sonsuzluk demiyorlar? Neden güneşli ya da güneşsiz deniz diyorlar?
A: İçki mi içtin sen?
(Not: Anca’nın YouTube’dan dinlediği parça Mirabela Dauer’in “Nu te parasesc iubire”sidir)
Bir başka sahnede, Cristi yazdığı rapordaki yanlışları düzelten karısına sorar: “Buna kim karar veriyor?” Tabi ki, Romen Dil Kurumu’dur karar merci...
Filmin sonlarında, Cristi ile savcı Anghelache (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’de kürtajcı doktor rolünde izlediğimiz Vlad Ivanov) arasında geçen diyalog, dil ve söylemin iktidarla olan ilişkisini vurgulamak açısından çarpıcı.
Cristi, 8 gündür takip ettiği esrar içen gencin tutuklanmasının gerekli olmadığı görüşündedir. Zira sıradan bir içicidir. Üstelik yakında AB ile uyum çerçevesinde bu konuda yeni yasal düzenlemelere gidilecektir. Savcı ise ısrarcıdır. “Vicdanım el vermiyor” diyen Cristi’den, vicdanı tanımlamasını ister. Onun cevabını odadaki tahtaya yazdırır: “Beni, sonradan pişman olacağım kötü bir şey yapmaktan alıkoyan bir şey”. Savcıya göre, bu yanlış bir tanımdır. Sekreterinden acilen bir sözlük bulmasını ister. Sözlükteki vicdan tanımını Cristi’ye okutur.
Savcı: Vicdan azabı diye başlayan bölümü tekrar oku.
Cristi: Vicdan azabı: pişmanlık, nedamet. Vicdanen rahat olmak: Ahlak kurallarını ya da devletin yasalarını çiğnemediğinden emin olmak.
Foucault’nun da gösterdiği gibi, ‘bilgi’ ve ‘kurumlar’ tarafından kurulan dil, tarafsız değildir, iktidarın önemli bir aracıdır. Savcı daha sonra Cristi’de ‘ahlak’ ve ‘polis’ tanımlarını okumasını ister. Polisin tanımı okunurken, şu diyaloğa tanık oluruz:
Cristi: 1. Polis, polis teşkilatına bağlı olarak çalışan kişi. 2. sıfat, polisiye (dedektif). Bir polis memuru ya da dedektifin çabalarıyla çözülen, bir ölçüde gizemli suç olaylarını konu olan roman ya da film. 3. Polis ya da jandarma tarafından desteklenen ve baskıcı yöntemlerle denetim uygulayan polis devletleri ya da rejimleriyle ilgili olan.
Savcı: Saçma! Bütün devletler polise bağımlıdır...
İnsanın aklına sözlük tanımında vicdanın neden “etik”le değil, “ahlak”la ilişkilendirildiği sorusu geliyor. Ama, yaşadığımız şu (Ranciere’in ifadesiyle) “etik dönemeç”te sonuç pek farklı olmazdı herhalde. Öyleyse, işe yeni bir dil kurmaktan başlamak gerekiyor. Öncelikle de, vicdan maddesini yeniden yazmalıyız.
Not (23.12.09): Corneliu Porumboiu, yukarıdaki YouTube sahnesini anlatıyor. Filmle ilgili eleştiri ve söyleşilere The Atuteurs üzerinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder