3 Temmuz 2009 Cuma

nostalji



1990’lar ve 2000’li yılların hâkim duygusuydu geçmişe duyulan özlem ya da nostalji... Muazzez Ersoy’un bir zamanların popüler Türk Sanat Müziği parçalarını yorumladığı “Nostalji” başlıklı albüm serisinden eski filmlere her yerde izlerini görmek mümkün bu yeni duyarlılığın. Son yıllarda, özlenen dönemlere ait ürünlerin sonuna kadar tüketilmesiyle nostalji rüzgarı biraz hız keser gibi oldu. Ancak yeni keşifler ve rastlantılar bu duygunun hâlâ devamını sağlıyor. 1970’lere ve 1980’lere damgasını vuran iki önemli yıldızın birbiri ardına ölümü, tam da unuttuğumuzu sandığımız anda nostaljiyi canlandırdı.

 Geçmişe yönelik bu özlem – ironi dışında – eleştirel bir mesafa içermediği, günün gerçeklerinden hayali bir geçmişe kaçış arzusu içerdiği için eleştirilir. Bu eleştiriye hak vermemek mümkün değil, zira siyasal alanda nostalji muhafazakar ve faşist çevrelerin sıkça başvurdukları bir duygudur. Bu çerçevede, geçmişteki güzel günlere yapılan atıfla mevcut düzen eleştirilir, geleceğin ehil ellerde nasıl şekillenebileceğine vurgu yapılır.

Elbette, nostaljiyi bütünüyle olumsuz bir duygu olarak yermek de doğru değil. Tek tek her birimizin geçmişte özlem duyduğu bir şeyler olmuştur: Sevilen bir sanatçı, yanımızdan ayırmak istemeyeceğimiz bir kültür ürünü ya da artık yitirildiğini düşündüğümüz bir değer... Bu insani duyguların yalnızca günümüzün acımasız kaçış anlamı taşımadığı ortada. Dahası, geçmişe yönelik bu ilginin, bugüne daha iyi anlamaya ve dönüştürmeye yönelik bir eleştirel çaba içerdiğini de söyleyebiliriz.

Yakın dönemin kültürel duyarlılığın yetkin bir eleştirisini ortaya koyan Fredric Jameson, her ne kadar siyasal motivasyon açısından en çok Faşizmle ilişkilendirilse de, “bilinçli bir nostaljinin, bir diğer deyişle, günümüze dair aklı başında ve nedamet içermeyen tatminsizliğin, devrimci duyguları harekete geçirebilecek bir uyaran olduğunu” söyler. Jameson’a göre, bu türden bilinçli bir nostaljinin en önemli temsilcisi Walter Benjamin’dir. Bu tarz bir nostaljik yaklaşım, geçmişteki düzene geri dönülmesi arzusu ya da statükonun savunulmasından çok, neyin yolunda gitmediğini gösterir.

***

Farah Fawcett ve Michael Jackson’ın ölümlerinden hareketle 1970 ve 80’lere böyle bir perspektiften bakarsak neler söyleyebiliriz. Öncelikle yazılan onca sayfadan, gösterime sunulan sayısız görüntüden sonra özgün bir şeyler söylemek neredeyse imkansız. Yine de çocukluğunu 1970’lerde yaşamış, 1980’lerde yetişkinliği adım atmış bir kuşağın üyesi olarak, döneme kuşbakışı bakmayı deneyeceğim.

1970’ler bir bolluk ve refah dönemi olmasa da, daha güzel gelecek umudunun yitirilmediği, siyasal alanın oldukça hareketli olduğu bir dönem.  İşte böyle bir dönemde tanıştık, Charlie’nin üç meleğinden biri olan Farah Fawcett’la. Kırmızı mayolu posteri dönemin hafızalarda en çok yer eden imgelerinden biri oldu. Bugün biraz dudak bükerek yaklaştığımız saç modeli ise o dönemin gözdesiydi. Belki de çoğumuzun en çok sevdiği melek Sabrina’ydı (Kate Jackson) ama Fawcett hepsini gölgede bırakıyordu. Ne de olsa “Biyonik Adam Lee Majors’la evliydi (daha sonra başka bir ünlü yıldız Ryan O’Neal’le evlendi). Charlie’nin Melekleri dizisinde yakaladığı başarıyı başka alanlarda sürdürmek umuduyla ilk sezonun (1976-77) ardından diziden ayrıldı. İşler yolunda gitmeyince de son sezonda Charlie’nin Melekleri’ne misafir oyuncu olarak döndü. Ne yazık ki, sinemada aradığını bulamadı. Ama Robert Altman’ın kadri bilinmeyen filmlerinde Dr T ve Kadınları’nda bir sahnesi vardır ki unutulmaz: Richard Gere’in oynadığı jinekoloğun karısını canlandırdığı filmde, geçirdiği sinir krizi sonucu kalalabalık bir alışveriş merkezinde striptiz yapar. Kariyerinin son döneminin sönük geçmesine rağmen, görece mutlu 1970’lerin bir simgesi olarak hatırlanacak Fawcett.

Michael Jakson’ın ise, daha hüzünlü bir figür olarak yer etti hafızalarımızda. O doğuştan yıldızdı. Çok küçük yaşta adım attığı gösteri dünyasında genç yaşta başarıya ulaştı. Popun kralı Elvis’in kızı Lisa Marie Presley’le evlendi. Ancak, yılların yükünü ve çocukluk travmalarını taşımakta zorlandı. Son yıllarda yaşadığı dönüşüm yaratıcılığını hep gölgede bıraktı. Geçirdiği estetik ameliyatlar, birlikte yaşadığı çocuklar ve Neverland adını verdiği malikanesiyle hiç büyümeyen bir Peter Pan olmak istedi.

Jackson’ın geniş kitlelerce tanındığı Thriller albümü, 1980’lerin başında neo-liberal dönemde yayınlandı. Ekonomik bunalımın getirdiği sarsıntının ardından her şeyin metalaştığı bir dönemdi bu. Ekonomik dönüşüm adı altında siyasal özgürlükler askıya alınmıştı ve soğuk savaşın son evresi yaşanıyordu. Ve yine benzeri bir karanlık dönemde, tam da gösteri dünyasına dönmeyi vaat ettiği sırada sahneden çekildi. 

(2.7.2009 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: