30 Nisan 2007 Pazartesi

Kossakovsky'den kısa filmcilere öğütler


Geçtiğimiz yılki Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nin "masterclass" konuğu yönetmen Viktor Kossakovsky'di. Festivali izleyen Necati Sönmez izlenimlerini Altyazı dergisine yazdı. Biz de kendilerinden aktarıyoruz.


1. Film çekmeden yaşayabiliyorsanız, çekmeyin.
2. Bir şey söylemek istiyorsanız, çekme­yin. Onu söyleyin ya da yazın. Sadece bir şey göstermeyi ya da insanların bir şeyi görmesini istediğinizde film çekin. Bu hem bir bütün olarak film için, hem de filmdeki her çekim için geçerlidir.
3. Mesajınız çekimden önce belliyse çekmeyin; gidip öğretmenlik yapın.
Dünyayı kurtarmaya çalışmayın. Dünyayı değiştirmeye çalışma­yın. Çekerken, hem dünyayı hem de kendinizi keşfedin.
4. Sırf nefret ettiğiniz bir şeyi çekmeyin. Sırf sevdiğiniz bir şeyi de çekmeyin. Ona nefret mi yoksa sevgi mi duyduğunuzdan emin olmadığınız zaman çekin. Kuşku, sanat üretiminde çok önemlidir. Aynı anda hem sevip hem de nefret ettiğiniz zaman çekin.
5. Çekimden önce ve sonra beyninize ihtiyacınız olacaktır, ama çekim sırasında beyninizi kullanmayın. Sadece içgüdü ve sezgi­lerinizi kullanarak çekin.
6. İnsanları, eylem veya sözcüklerini tekrarlamaları için zorlamamaya çalışın. Hayat tekrarlanamaz ve öngörülemez. Bekleyin, ba­kın, hissedin ve kendi çekim tarzınızı kullanarak çekmeye hazır olun. En iyi filmlerin tekrarlanamaz olduğunu unutmayın. Yine en iyi filmlerin tekrarlanamayacak çekimlere dayandığını unut­mayın. En iyi çekimlerin, tekrarlanamayacak tarzda çekilmiş, ha­yatın tekrarlanamaz anlarını yakalayabilen çekimler olduğunu unutmayın.
7. Çekimler sinemanın temelidir. Unutmayın ki sinemanın icadı, herhangi bir öykü olmadan tek bir çekimle —ki o da belgeseldi— gerçekleşti. Ya da öykü sadece bu çekimin içindeydi. Çekimler öncelikle ve en başta, seyirciye daha önce sahip olmadığı yeni izlenimler sunmalıdır.
8. Belgeselde hikâye önemlidir, fakat algı daha da önemlidir. Öncelikle, seyircinin çekiminizi izlerken ne hissedeceğini düşü­nün. Ardından, filminizin dramatik yapısını onların duygu değişimleri üzerine kurun.
9. Her estetik öğenin etik boyuta sahip olduğu, her etik unsu­run da estetik olabildiği tek alan belgeseldir. Özellikle filmlerinizi kurgularken insan kalmaya çalışın. Belki de iyi insanlar belgesel yapmamalıdır.
10. Benim kurallarıma uymayın. Kendi kurallarınızı yaratın. Sizden başka kimsenin çekemeyeceği bir şeyler her zaman vardır.

29 Nisan 2007 Pazar

Havalar nasıl olursa olsun


Geçtiğimiz günlerde Meteor FM’de “Haftanın Konuğu” programında meteoroloji uzmanı Mehmet Yayvan’ın konuğu oldum. Ağırlıklı olarak Türkiye’de sinemanın durumundan ve televizyon dizilerinden konuştuk. Program öncesi konuşmalarda konu meteoroloji ve sinema ilişkisine geldi.

Bu konuda ilk akla gelen küresel ısınma konulu filmler oluyor: Bir tarafta An Inconvenient Truth (Uygunsuz Gerçek) (Davis Guggenheim, 2006) gibi belgeseller, diğer tarafta ise The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) (Roland Emmerich, 2004) gibi ısınmanın yol açacağı sonuçları gösteren felaket filmleri var.

Bir de karekterleri arasında hava durumu sunucusu olan filmler var ki, neredeyse ayrı bir tür oluşturabilir. Benim aklıma üç film geldi:
Groundhog Day (Yarın Aslında Dündü) (Harold Ramis, 1993)
To Die For (Sonsuz İhtiras) (Gus van Sant, 1995)
The Weather Man (Fırtınalı Hayatlar) (Gore Verbinski, 2005)

Bill Murray, Nicole Kidman ve Nicholas Cage hava durumu sunucusu olduğu bu filmler, belki de bir retrospektif altında bir araya getirilebilir.

Bir de bir zamanlar televizyonda hava durumu sunuculuğu yapan Hülya Uğur’un tahminlerin sonunda kullandığı bir slogan vardı: “Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun”. Bu da ayrı bir film konusu olurdu.

Bay Keuner ve Gazeteler


Bay Keuner gazetelere savaş açan Bay Kargaşa ile karşılaştı.
“Ben, gazetelerin büyük bir karşıtıyım,” dedi Bay Kargaşa.
“Ben gazeteleri istemiyorum.” Bay Keuner şöyle karşılık verdi: “Ben gazetelerin daha büyük bir karşıtıyım: Başka gazeteler istiyorum.”
(...)
Eğer gazeteler bir düzensizlik aracıysalar, bir düzen aracı da olabilirler. Özellikle Bay Kargaşa gibi insanlar memnuniyetsizlikleriyle gazetelerin değerini kanıtlarlar. Bay Kargaşa, gazetelerin bugünkü değersizliğiyle ilgilendiğini söylüyor. Oysa onun asıl ilgilendiği, gazetelerin yarınki değeridir.
Bay Kargaşa, insanları yüksek, gazeteleri ise düzeltilemez görüyordu. Buna karşılık Bay Keuner, insanları aşağı, gazeteleri düzeltilebilir görüyordu. “İnsanın dışında her şey düzeltilebilir,” diyordu.
Bertolt Brecht, çev. Ahmet Cemal

Dokunuyorsa size...


Laura Mulvey, “Görsel Haz ve Anlatı Sineması” (Visual Pleasure and Narrative Cinema) başlıklı ünlü makalesine başlarken, izlemekten duyulan haz ile film çözümlemesi arasındaki bağlantıya değinir: “Güzeli ya da hazzı çözümlemenin onu yokettiği söylenir. Bu makalenin niyeti de bu.” Sinema araştırmalarının belki de en çok referans verilen bu makalesiyle ilgili tartışmalarda, film çözümleyen kişinin alacağı tutum ve haz meselesine de sıklıkla değinilir. Özellikle de, toplumsal bilimlerde kuramın sonunun geldiğini savlayanlar hazzın izleme eyleminin ayrılmaz bir parçası olduğunu belirterek, mesafeli bir konuma karşı çıkarlar.

Bunları bana düşündüren, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinin hazırladığı Çok Tuhaf Çok Tanıdık: Vesikali Yarim Üzerine (Metis Yayınları, 2005) kitabında yer alan Lütfi Akad söyleşisi oldu. Söyleşide, Ali Karadoğan’ın filmleriyle ilgili sorduğu ayrıntılı sorular karşısında sıkılganlığını gizlemeyen usta şöyle der: “Ne yapacaksınız bunları siz? Filmi seyredin, dokunuyorsa size, kalbinize dokunuyorsa o kadarla yetinin. O güzel bir şey. Ama didiklediğiniz zaman filmi bozarsınız. O şey kalmaz sizde, tadı kalmaz.” (s.131)