11 Haziran 2009 Perşembe

bilimkurguya ne oldu?

2001: Bir Uzay Macerası (Stanley Kubrick, 1968)

Terminatör serisinin son filmi Kurtuluş, dünyada ilk hafta rakamlarına göre, serinin diğer filmlerinin gerisinde kaldı. Türkiye’de geçtiğimiz haftasonu 86,000 izleyiciye ulaşan film, görece iyi bir başlangıç yapsa da, örneğin bir Melekler ve Şeytan kadar başarılı olacak gibi görünmüyor. Geçtiğimiz ay gösterime giren Uzay Yolu ise, hemen hemen her kuşaktan ‘Atılgan’ hayranı arasında uyandırdığı aşinalık hissine karşın, gişede tam bir hayal kırıklığı yarattı. Televizyon dizilerinden tanıdığımız oyunculardan oluşan başarılı kastı bile filmi kurtarmaya yetmedi.

Bu hafta, sözkonusu gelişmelerden hareketle, bilimkurgu sinemasını masaya yatırıp tatışalım dilerseniz. Acaba, bir dönemin popüler türleri arasında yer alan bilimkurgunun sonu mu geliyor? Yıllar içerisinde türde ne gibi değişimler yaşandı? Bu soruların yanıtını birlikte arayalım.

Bilimkurgu sineması, 1950 ve 60’ların izleyicileri için bilimsel ve teknik ilerlemenin varacağı son noktayı, hayal dahi edilemeyecek bir geleceği simgeliyordu. Bugünden bakıldığında ise, türün sıkça kullandığı uzay gemisi, bilgisayar, otomatik açılan kapı gibi nesnelerin günlük hayata girdiğini, izleyici de eskisi gibi hayranlık uyandırmadığını söyleyebiliriz. Öyle ki, geçmişin bilimkurgu filmleri artık birer güldürü unsura dönüşmüş durumda.

Günümüzde, gelecek algısıyla birlikte bilimkurmacanın mekânı da değişime uğruyor. Son dönemin bilimkurgu filmleri biraz bugünü, biraz da geçmişi andıran belirsiz bir zaman diliminde ve mekânda geçiyor. Postmodern dönemi inceleyen yazarlardan Fredric Jameson’ın deyimiyle filmler, bir ucu geçmişe bir ucu da geleceğe uzanan sürekli bir ‘şimdi’de yer alıyor. Bir dönemin bilimkurgu filmlerinde bulunan son derece gelişmiş fütüristik dekor ve giysilerden, Matrix serisinde takım elbise ve eski usül telefona geçişi belki de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Bilimkurgu sinemasında son dönemde gözlenen bir diğer önemli özellik de, bilgisayar aracılığıyla gerçekleştirilen özel efektlerin artan rolü. Geçmişte filmin dekorları incelikle tasarlanıp inşa edilirken, günümüzde mekânlar bilgisayarda yaratılıp, kurgu-sonrası aşamada stüdyodaki mavi ya da yeşil zeminin yerini alıyor.

***

Bu dönüşümü bir de türün güncel örneklerinden Terminatör: Kurtuluş üzerinden değerlendirelim. Bu son filmde, makinalarla insanlar arasındaki mücadele, yarı-insan yarı-robot melezlerin devreye girişiyle yeni bir boyuta taşınıyor. Ancak, sanki film önemli bir gerçeği unutmuş gibi görünüyor: Bundan 25 yıl önce ilk Terminatör filmi gösterime girdiğinde, bilgisayar, cep telefonu gibi teknolojik yeniliklerin uzağında yaşayan insanlar makinalardan kaygı duymaya devam ediyordu. Hatta, daha yakın bir zamanda, yeni binyılına girerken, bilgisayarların devreden çıkacağı ve dünyanın felakete sürükleneği kehanetleri ortada dolaşıyordu. Oysa, bugün bu türden ihtimallere gülüp geçiliyor.

O dönemin filmlerinde robotlar tehlikeli ve öldürücüydü. Soğuk savaş dönemi devam ediyordu ve yaşam bir yerde filmlere öykünüyordu. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan füze kalkanı projesini ‘yıldız savaşları’ olarak adlandırıyordu. Filmlerse, nükleer kıyamet sonrasını tahayyül etmeye çalışıyordu.

Edebiyatın sınırlarında, yeterince saygınlık görmeyen bir tür olarak doğan bilimkurgu, çizgiromanın ardından yakın zamana kadar sinemada altın çağını yaşıyordu. Geleceğin nasıl olabileceği konusunda öngörüler içerirken, insanlara iyimser ya da karamsar seçenekler sunuyordu.

Günümüzde ise, makinaların insan varlığını yok edebileceği yönündeki kaygının yerini artık yenileri almış gibi görünüyor. Ekonomik bunalım, çevre sorunları, salgın hastalıklar daha güncel tehditler olarak karşımızda duruyor. Elbette gelecek yine belirsizliğini koruyor, insanlar hâlâ toplumsal yaşamın ne yönde düzenlenmesi gerektiğini tartışıyor.

Terminatör: Kurtuluş bu anlamda, soğuk savaşın sonuna yetişememiş, 15 yıl kadar geç kalmış bir film. Uzay, bir dönem insanlığın ulaşabileceği en son noktanın sınırlarını belirliyodu. Günümüzde ise, sınırlar çok yakınımızda: mutenalaştırılmış kent mekânları ya da küresel iklim değişikliği sonucu yaşamın sürdürülebileceği bölgeler ile diğerleri arasındaki ayrım giderek büyüyor.

Aksiyon ve bilgisayar efektleri ile donanmış yeni bilimkurgu ise, insanlığın güncel kaygı ve sorunlarından bihaber görünüyor. Gişe rakamları ise bu kayıtsızlığın yalnızca bir sonucu. Sevin Okyay’ın yerinde vurgusuyla, yüzde 90 aksiyon, yüzde 10 hikâye bir filmi sürüklemeye yetmiyor. Oysa, bu sinemacılara aksiyonun yenilmez kahramanların olduğu bir dünyada değil, gerçek dünyanın sınırları içerisinde anlam bulduğunu birilerinin hatırlatması gerekiyor.

Son dönemin bilimkurgu sinemasında türün iki temel öğesi unutulmuş gibi görünüyor: bilim ve kurmaca... Yine de peşin hükümlü olmayalım. Yapım gişe kokusunu en iyi alan yönetmenlerden James Cameron’un Avatar filmini bekleyelim (haberlere göre filmin son hazırlıkları tamamlanıyor). 3-boyutlu gösterileceği bildirilen film, bir yandan tekniğe önem verirken, bir yandan da çevresel felaket gibi daha güncel kaygılardan hareket ediyor.

(Taraf gazetesinde 11.6.2009'da yayınlanmıştır)

1 yorum:

löker dedi ki...

Şimdi bu aklı başında, nefis kaynakça blogda bu kadar yüzeysel bir yorum yakışmayacak, ve lakin söylemesem rahat edemeyeceğim, o son terminatör gişede battığının on katı dvd satışlarında patlayacak, ben olsam hayatta bluray'ine falan para harcayıp da boşuna sokağa atmam, öyle film mi olur, koca terminatöre baltayla saldırılır mı yahu? hayır fantazi peşindeysen git sam raimi'ye çektir, sana baltanın, zagorun en klasını yapsın, ama böyle olmamış demek istiyorum...