11 Mayıs 2010 Salı

değirmenlere karşı ya da "sinema tarihinin en güzel altı dakikası"

Unseen Orson Welles with Jonathan Rosenbaum from Chicago Reader on Vimeo.


Orson Welles'in Don Kişot projesi, 1955'te CBS Televizyonu 30 dakikalık bir film olarak tasarlanmıştır. Welles, Cervantes'in romanını doğrudan uyarlamak yerine, Don Kişot ve Sancho Panza karakterlerini günümüze taşımaya karar verir. Ancak, CBS yapılan test çekimlerinin ardından projeden vazgeçer. Ünlü yönetmen, çeşitli kaynaklardan bulduğu destekle, projeye uzun metraj film olarak devam etme kararı alır.
Çekimlere 1958'de Mexico City'de başlanır. Don Kişot rolünü İspanyol oyuncu Francisco Reiguera, Sacho Panza'yı ise Welles'in başka filmlerinde de rol alan Akim Tamiroff üstlenir. Çocuk oyuncu Patty McCormack ise Mexico City'i ziyaret eden Amerikalı bir çocuk rolündedir. Çekimler 16mm kamerayla sessiz olarak gerçekleştirilir. Welles, Andre Bazin'le bir görüşmesinde, Don Kişot'un sessiz komedi filmleri gibi doğaçlama olarak çekildiğini söyler.
Ancak, maddi nedenlerle çekimler yarım kalır. Welles, uzunca bir aradan sonra, çekimlere İspanya'da devam etmeye karar verir. Bu arada, çocuk oyuncu McCormack büyüdüğü için, Welles onun olduğu bölümleri filmden çıkarmak zorunda kalır.
1960'larda, iş temposu ve maddi olanaklar el verdiği ölçüde çekimlere devam edilir. Don Kişot ve Sancho Panza modern dünyanın icatlarıyla karşılaşmaya ve şaşırmaya devam etmektedir. Welles, yönetmen rolünde, kendisini de filme dahil etmeye karar verir.
Çekimler o kadar uzun sürer ki, 1899 doğumlu Reiguera sağlığı izin vermediği için kendi sahnelerinin bir an önce bitirilmesini ister. Don Kişot'un sahneleri Reiguera'nın 1969'daki ölümünden önce noktalanır. Ancak, film bir türlü tamamlanamaz. Welles bir ara projeye Don Kişot'u Ne Zaman Bitireceksin? adını vermeyi bile düşünür.
Welles'in ölümünün ardından filmin ham görüntüleri ilk kez 1986'da Cannes Film Festivali'nde gösterilir. 1990'da İspanyol yapımcı Patxi Irigoyen ve yönemen Jesus Franco, filmin haklarını satın alır.
Ancak, Irigoyen ve Franco çocuk oyuncu McCormack'ın rol aldığı sahnelere bir türlü ulaşamaz. Bu sahneler arasında, yukarıdaki kilpte görünen Don Kişot'un sinema perdesine saldırısı da vardır. Bu sahnelerin haklarını elinde bulunduran İtalyan kurgucu Mauro Bonanni, Welles'in partneri Oja Kodar'la düştüğü anlaşmazlık nedeniyle, İrigoyen-Franco projesinde kullanılmasına izin vermez.
Welles'in Don Kişot çekimleri üç farklı formattan oluşmaktadır: 35mm, 16mm ve Süper 16mm. İrigoyen ve Franco'nun ellerinde herhangi bir senaryo yoktur. Welles'in dış ses anlatımını içeren bir saatlik bir ses kaydının dışında, çekimler sessizdir. Yeni bir senaryo yazılır ve dublajla film tamamlanır. 1992'de Cannes'da gösterilen Orson Welles'in Don Kişot'u (Don Quixote de Orson Welles) ağırlıklı olarak olumsuz tepkilerle karşılanır. Sinemalarda hiçbir zaman gösterilmeyen film 2008'de DVD olarak yayınlanır.
Bonnani'nin elinde bulunan Don Kişot sinemada sahnesine ise çeşitli video paylaşım sitelerinden ulaşılabiliyor. Daha ayrıntılı bilgi ise, eleştirmen Jonathan Rosenbaum'un sahnenin hemen öncesindeki yorumunda yer alıyor.
Filozof Giorgio Agamben, Profanations (Zone Books, 2007, çev. Jeff Fort) başlıklı kitabındaki yazısında bu sahneyi sinema tarihinin en güzel altı dakikası olarak nitelendiriyor ve şöyle değerlendiriyor:

Sancho Panza küçük bir kasabadaki sinema salonuna girer. Don Kişot’a bakınmaktadır, bir kaç sıra ilerde oturduğunu ve beyazperdeye baktığını farkeder. Sinemada hemen hemen hiç boş yer kalmamıştır, balkon bağırıp çağıran çocuklarla doludur. Sancho, Don Kişot’a ulaşmak için bir kaç kez girişimde bulunduktan sonra, salondaki sıralardan birine, kendisine lolilop ikram eden küçük bir kızın (Dulcinea?) yanına oturur. Film başlamıştır. Perdedeki kostüme filmde, şövalyeler ellerinde silahlarla dört bir yana at sürmektedir. Birden tehlikeyle karşı karşıya olduğunu anladığımız bir kadın belirir. Don Kişot yerinden fırlar, kılıcını kınından çeker, perdeye doğru bir hamlede bulunur ve kılıç darbeleriyle kumaşı yırtmaya başlar. Kadın ve şövalyeler hâlâ seçilmektedir, ancak Don Kişot’un kılıç darbeleriyle oluşturduğu yarık giderek büyür ve görüntüyü tanınmaz hale dönüştürür. Sonunda beyazperdede hiçbir şey kalmamıştır, perdenin asılı olduğu tahta iskeleden başka bir şey görünmez. Seyirciler infial halinde salonu terk etmektedir, ancak balkondaki çocuklar bağrışlarıyla Don Kişot’u teşvik etmeyi sürdürmektedir. Yalnızca salondaki küçük kız azarlayıcı gözlerle bakmaktadır. Hayallerimiz konusunda ne yapmalıyız? Tahrif etmek ve yok etmek pahasına olsa da, onları sevmeli ve onlara inanmalıyız (belki de Orson Welles’in filmlerinin anlamı budur). Ancak, söz konusu hayaller boşa çıktığında, yerine getirilemediğinde ve onları yaratan boşluğu görünür kıldıklarında, hakikatin bedelini ödemenin zamanı gelmiştir: (düşmanların elinden kurtardığımız) Dulcinea’nin bizi sevmesi mümkün değildir.

Hiç yorum yok: