13 Mayıs 2010 Perşembe

sinema ve emek-2

Aşağıdaki yazıda yer alan görüşlerin bir bölümünü V. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Ankara Atölyeleri kapsamında 28 Nisan 2010’da TMMOB’da düzenlenen ‘Emek ve Sinema’ başlıklı panelde dile getirmiştim. Panelde iki değerli iktisatçı yer alıyordu: Korkut Boratav (yoğun programına karşın bizi kırmayıp geldi ve nefis bir konuşma yaptı) ve Ahmet Haşim Köse...

Önce, bu panel çerçevesinde yaptığım çalışmadan bazı notlar aktarayım (umarım bir gün daha dertli toplu bir yazıya dönüşür):

- Sinemanın başlangıç yıllarında çalışmaya ve emeğe yer verilmesinin önemli nedenlerinden birinin, hareketi temsil etmek çabası olduğunu söyleyebiliriz. Yine Lumière kardeşlerin Trenin Gara Girişi filminden başlayarak, araç, nesne ve insanların hareketi izleyicileri en etkileyen şeylerden biri olagelmiş.

- Türkiye sinemasında emeğin serüvenine baktığımızda, 1905 yılında çekilen Yün Eğiren Kadınlar ve Despina Nine’den (Manaki Kardeşler) sonra, uzunca bir süre karşımıza çalışma yaşamına dair bir görüntü çıkmıyor. Ta ki Muhsin Ertuğrul’un Halıcı Kız (1953) filmine kadar. Film, Isparta’da açıkhavada faaliyet gösteren bir halı dokuma işliğinin görüntüleriyle açılıyor. Başroldeki Heyecan Başaran, diğer kadın işçilerle birlikte halı dokuyor. Ancak, kısa bir süre sonra ustabaşının tacizlerinden kaçmak için, dokuma tezgahını eve taşıyacak, orada çalışmaya devam edecektir. Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz belki de: 1960’lara kadar, sinemada emek, yalnızca kadına özgü bir uğraş olarak tanımlanıyor. Yün eğiren ve halı dokuyan kadınların dışında, erkekleri pek çalışırken görmüyoruz. Tabi, Muhsin Ertuğrul filmografisinin önemli bir bölümünü izleme olanağımız olmadığı için ihtiyatlı olmakta yarar var.

- 1960’lardaki göreli özgürlük ortamı işçileri biraz daha görünür kılıyor. 1960-62 arasındaki ilk dönemde, ‘çekingen’ bir temsille karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bu dönemde iş yaşamı filmin arkaplanında küçük bir ayrıntı olarak yer alıyor: Gecelerin Ötesi (Metin Erksan, 1960) filminde Erol Taş bir mensucat fabrikasında işçi olarak çalışırken, Ölüm Peşimizde’de (Memduh Ün, 1961) fabrikada gerçekleştirilen bir soyguna tanıklık ediyoruz, tıpkı Katiller (The Killers, Robert Siodmak, 1946) filminde olduğu gibi... Metin Erksan’ın Acı Hayat’ında (1962) kaynak işçisi olan kahramanımızın hayatı piyangoda para kazanmasıyla değişiyor. İkimize Bir Dünya (Nevzat Pesen, 1962) filminde bu kez inşaat işçileriyle karşılaşıyoruz.

- Sinemada emek konusundaki dönüşümün Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç, 1964) ile başladığını söyleyebiliriz. 1960’larda, işçilerin başrolünde yer aldığı diğer filmler arasında Bitmeyen Yol (Duygu Sağıroğlu, 1965), Toprağın Kanı (Atıf Yılmaz, 1966) ve Yiğit Yaralı Olur (Ertem Göreç, 1966) sayılabilir. Bu döneme ilişkin saptamalarımızı ise şöyle sıralayabiliriz:

- 1950 ve 60’lı yıllar, tarım ağırlıklı bir ekonomiden kapitalist sisteme geçişle, hızlı kentleşme ve toplumsal dönüşüm yılları. Çağlar Keyder’den özetleyecek olursak: "1950 ve 1960 arasında dört büyük şehrin nüfusu % 75 oranında artarken, kent nüfusu % 19’dan % 26’ya çıktı. Bu, 1,5 milyon kişinin büyük şehirlere göç ettiği anlamına geliyor... Başka bir deyişle, 1950’lerde her on köylüden biri büyük şehirlere göç etmiş" (1987, 137). Bu gelişmeler sonucu, fabrikada çalışan işçilerin sayısı ve sendikaları gücü artmaya başlıyor.

- Ancak, işçi sınıfını temsil konusunda belirgin bir çekincenin olduğu gözleniyor. Bu çekinceyi en iyi örnekleyen filmlerden biri Halit Refiği’in Gurbet Kuşları (1964). Maraş’tan İstanbul’a göç eden Bakırcıoğlu ailesinin hikâyesini anlatan film, benzer bir göçü anlatan Rocco ve Kardeşleri (Rocco e i suoi fratelli, Luchino Visconti, 1960) ile parallellikler taşıyor. Her iki filmde de, göç eden aileler kötü yola düşen ya da erkekleri uçuruma sürükleyen kadınlar nedeniyle şehirde dikiş tutturamıyor ve parçalanıyor. Yanlış anlaşılmasın burada bir taklit ve özenme durumunda söz etmiyoruz. Bu paralleliğin farkında olan yönetmen Halit Refiğ de, iki film arasında karşılaştıma yapmanın yararlı olacağını belirtiyor ve bazı ipuçları veriyor:

Gurbet Kuşları’nda sınıf meselesinin bizdeki farklılığı, batıda sınıfların aşılmazlığı yerine, Türkiye’de sınıflar arası geçişkenliğin kolaylığı meselesi gösterilmekte (...) Rocco sonunda bir boksör olarak kapitalist ekonominin arenasında bir gladyatör gibi varlığını yaşatmaya çalışırken, küçük kardeşi işçi sınıfının bir ferdi oluyor. Gurbet Kuşları’nda ne ailenin genç ferdi, ne Haybeci işçi sınıfının ferdi olmuyorlar. Birisi varlıklı zümrenin arasına karışıyor. Öbürü seçkin kişiler arasında karışıyor. Yani burada ne gösteriliyor? Sınıflar arasında keskin manialar yok. Yolunu bulan, işini bilen bir sınıftan öbürüne geçebiliyor. Türk toplumunun bir özelliği (Türk, 153).

Bir diğer deyişle, Visconti, Gramsci’den esinle, İtalya’daki Kuzey-Güney sorununa sınıf temelli bakarken, Kemal Tahir’in (Marx’dan aldığı) Asya-tipi Üretim Tarzı görüşünü savunan Refiğ, toplumsal sınıflara herhangi bir rol biçmiyor.

Emeğin sinemadaki temsili konusundaki çekincenin altında, sansürün yanı sıra, Asya-tipi Üretim Tarzı’nın bu ‘özgün’ yorumunun da yattığını söylemek mümkün...

Gelelim 1970’li yıllara... Göze çarpan filmler şöyle sıralanabilir: Lütfi Akad’ın üçlemesi Gelin, Düğün ve Diyet; Güneşli Bataklık (Süreyya Duru, 1977); Yavuz Özkan’dan Maden (1976) ve Demiryol (1978); Yaşam Kavgası (Halit Refiğ, 1978). Düşman’da (Zeki Ökten, 1979) iş arayan işçilerin bulunduğunu, Köşeyi Dönen Adam’da (Atıf Yılmaz, 1978) ise, Modern Zamanlar’a şık bir göndermeyle, Kemal Sunal’ın kendisini 1 Mayıs mitinginin ortasında bulduğunu hatırlatalım. Tarım işçileri üzerine olan Bereketli Topraklar Üstünde (Erden Kıral, 1979) ve Bir Günün Hikayesi’ni (Sinan Çetin, 1980) anmakta yarar var.

Bu dönemin ayrıntılı değerlendirmesini, çalışmanın ilerleyen aşamalarına bırakıp, işçi temsillerinin 12 Eylül darbesiyle son bulduğunu ve 1980’lere dair iki istisnai örneğin Bir Yudum Sevgi (Atıf Yılmaz, 1984) ve Çark (Muzaffer Hiçdurmaz, 1987) olduğunu belirtelim. Günümüzde ise çalışanların, işçi sınıfa bilincine erişen beyaz yakalılar olarak, Başka Dilde Aşk (İlksen Başarır, 2009) gibi filmlerle geri döndüğüne tanıklık ediyoruz.

Bu dönemlerin her bir ayrı ayrı incelenmeye değer...

***

“Emek ve Sinema” panelindeki diğer konuşmalara gelince, Ahmet Haşim Köse ‘Varoluştan Çöküşe İki Film’ başlıklı konuşmasına Modern Zamanlar ve Güneşli Pazartesiler (Fernando Leon de Aranoa, 2002) filmleri üzerinde durdu. Köse, özellikle ikinci filmden hareketle sinemada işsizliğin de emeğin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini hatırlattı. İki filmde de öne çıkan kavramlar ise, mekânsızlaşma ve kaçış arzusu. Ancak, bu arzuyu oportünist bir tutum olarak değerlendirmemek gerekiyor.

Korkut Boratav hoca ise, ufuk açıcı konuşmasında, ilk olarak Oskar ödüllü Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) (Kathryn Bigalow) üzerinde durdu. Bu filmdeki bomba imha ekibinin, işçi sınıfı dayanışmasının bir alegorisi olarak okunabileceğini söyledi. Gerçekten de, sinemada son dönemde, Eminem’in oynadığı 8 Mil (Curtis Hanson, 2002) gibi filmlerle, emeğin, “beyaz ayaktakımı kültürü”nün bir parçası olarak, nostaljik bir öğe şeklinde geri döndüğünü tanıklık ediyoruz (Farocki, Express, 108). Erkekler arasında güç birliği, dayanışma, birlikte eğlenme bu kültürün temel öğeleri... Korkut hoca, filmdeki bomba imha uzmanlarının Amerikan askeri değil de, Irak’taki uygulamaları tartışılan ünlü güvenlik şirketinin elemanları olması durumunda, filmin çok farklı seyredebileceği yorumunda bulundu.

Boratav’ın değindiği bir diğer film de, Japon yönetmen Masahiro Kobayashi’nin aynı zamanda başrolünde de yer aldığı Ai no yokan (Yeniden doğuş, 2007). Locarno Film Festivali’nde Altın Leopar ödülü alan film, geçmişleri trajik bir olay nedeniyle kesişen iki orta yaşlı insanın öyküsünü anlatıyor. Adam bir demir-çelik fabrikasında çalışırken, kadın adamın yaşadığı misafirhanenin mutfağında görev yapıyor. Film bu iki insanın tekdüze çalışmalarını ard arda tekrar gösteriyor. Öyle ki, sık sık filmi bırakma noktasına geliyosunuz. Korkut hocanın, bu film aracılığıyla dikkatimizi çektiği nokta ise, bir çok yerde işçi sınıfı arasındaki dayanışmanın yerini yabancılaşma ve yalnızlığa bırakmakta olduğu gerçeğiydi.

Kaynakça:

Keyder, Çağlar (1987) State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development. London: Verso.

İbrahim Türk, Halit Refiğ: Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler (İstanbul: Kabalcı, 2001)

Hiç yorum yok: