Geçtiğimiz ay dijital sinema konusunu tartışırken, filmlerin dijital yoldan kopyalanıp dağıtılmasına daha sonra değineceğimizi belirtmiştik. Dilerseniz önce VCD’den başlayalım. Kolaylıkla kopyalanıp çoğaltılabildiği için yapım ve dağıtım firmalarının yakınır göründüğü bu format, bizzat Sony gibi büyük şirketlerce tanıtılıp pazarlandı. ABD ve Avrupa’da bilinmeyen VCD formatı, özellikle Orta ve Uzakdoğu’da yaygınlık kazandı. Yakınlarda ise, aşamalı olarak yerini DVD’ye bırakmaya başladı. Tam bu sırada, gelişmiş ülkeler için BluRay adı verilen format son teknolojik yenilik olarak piyasaya sürüldü.
Özet olarak verdiğimiz bu gelişmelerden çıkarılacak ilk sonuç, müzik ve görüntü piyasasını denetim altında tutan büyük şirketlerin bölgeler arasında bir teknolojik işbölümü öngördükleri, bu sayede eski ve yeni teknolojileri birarada pazarladıkları. Ancak esas şaşırtıcı olan, böylesine sistemli bir strateji izleyen şirketlerin, her türlü dijital verinin kendi denetimleri dışında kopyalanmasına duydukları tepki.
Biraz daha açmaya çalışalım... Günümüzde, tarımdan kimyaya, sanayiiden kültüre pek çok alanda fikri mülkiyet ve telif haklarından söz edilmeye başlandı. Üretimin ve dağtımın denetimini ellerinde bulundurmak isteyen bir avuç tekel, telif hakları üzerinden ekonomik ve politik bir savaş yürütüyor. ‘Korsan’ ve ‘fikri mülkiyet’ gibi sözcükler ise, bu savaşımın söylemsel çerçevesini oluşturan ‘tarafsız’ sayılamayacak kavramlar. Yazar Lawrence Lessig’in de belirttiği gibi fikri mülkiyet, “patent, telif hakkı ya da ticari marka anlamına gelmiyor”. Fikri mülkiyetin esas amacı, daha önce müzakere konusu olan patent vb. hakların özel mülkiyet kapsamına dönüştürülmesidir.
Bu çerçeveden bakıldığında özel mülkiyetin üç aşamasından söz edebiliriz: Tarım ekonomisinin geçerli olduğu birinci dönemde özel mülkiyetin başlıca konusunu toprak oluştururken, imalata dayalı meta ekonomisinde onun yerini sermaye almıştır. İçinde bulunduğumuz üçüncü dönemde ise, fikri mülkiyetin giderek tekelleşmeye başlamasıyla özel mülkiyetin esas konusu enformasyon olmuştur (McKenzie Wark, Hacker Manifestosu).
Tabi, burada esas sorun mülkiyete konu olan enformasyonun, belirli bir nesneyle ilişkilendirilemeyecek derecede soyut olması. Bu da onu giderek daha çok tartışmalı hale getiriyor. Örneğin, okuduğunuz bu makale aynı zamanda Taraf’ın internet sitesinde yayınlanıyor. Dileyen yazıyı buradan okuyor, kopyalıyor, kaynak göstererek kendi sitesinde alıntılıyor. Buna karşın, metin benim bilgisayarımda durmaya devam ediyor. Bir diğer deyişle, benim bu yazının telif sahibi olmam, sizi enformasyondan yoksun kılmıyor. Oysa, sizin yazıyı her okuduğunuz ya da alıntıladığınız sefer için belirli bir ücret talep etmeye kalkışsaydık, sanırım içinden çıkılamaz bir durumla karşı karşıya kalabilirdik.
Buradan, dijital olarak kopyalanabilen her şey serbestçe paylaşılsın dağıtılsın gibi bir sonuca varmak değil niyetimiz. Eğer öyle olsaydı, her alanda yaratıcı üretim ciddi bir sekteye uğrardı. Ancak, vurgulamak istediğimiz nokta, özellikle kültürel alanda uygulanmaya çalışılan mülkiyet ve dağıtım stratejilerinin enformasyonun bu soyut niteleğini gözönünde bulundurması gerektiği. Aşırı kâr arzusunun nasıl ağır kayıplara yol açabileceğini gösteren son ekonomik kriz belki bu anlamda bir uyarıcı olabilir.
Enformasyonun özel mülkiyete konu olmasıyla ilgili yaşanan temel çelişkiyi şöyle özetleyebiliriz. Bilindiği gibi, iktisat bilimi özel mülkiyeti ‘kıt kaynakların’ kullanımıyla ilgili bir kavram olarak tanımlıyor. Oysa, enformasyon hiç de tükenebilecek kıt bir kaynak olarak değerlendirilemez. Bu nedenle, enformasyonun özel mülkiyetin alanına hapsedilmeye çalışılması kapitalist sistemin önemli çelişkilerinden birini oluşturuyor.
Bütün bunlara karşın, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü, Uluslararası Fikri Mülkiyet Birliği gibi kuruluşlar, Dünya Ticaret Örgütü ve AB gibi ulusötesi yapıların desteğini arkalarına alarak, fikri mülkiyet konusunda ağırlıklı olarak tekellerin çıkarlarını korumaya yönelik bir politika geliştirdiler. Ve bunu hükümetler aracılığıyla bütün ülkelerde geçerli kılmaya çalışıyorlar. Geçerli kılınmaya çalışılan yasalara bir de bu gözle bakmakta yarar var.
Öyleyse, tartışmaya burada ara verip, kültürel alandaki fikri mülkiyetin durumuna ve yola çıkış noktamız olan dijital sinema konusuna önümüzdeki hafta devam edelim.
(Taraf gazetesinde 9.01.2009'da yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder