sinema ve mahalle baskısı
Belki siz de benim gibi hayretle izliyorsunuzdur, “kimin mahallesinde daha çok baskı var?” tartışmalarını. “Bak gördün mü, sen öyle baskı yaptığın için bunlar da sana baskı yapıyor”, ya da “ama senin baskın onunkinden daha fazla” yorumları insanı çileden çıkarıyor. Bu baskı dedektörleri ve hakemlerine ne yazık ki bizim gibi her mahallede yabancı olanlar arasında da rastlanıyor. Ulus-devletçe (buna özneleri de dahil ediyorum) her baskının tiryakisi olmuşken, böyle bir tavır pek de fayda sağlamıyor.
Neyi kastettiği anlamış, şimdi buradan sinemaya nasıl bağlayacak diye düşünüyor olmalısınız. Evet, itiraf ediyorum, aktaracaklarımın kullanıldıkça içi boşalan bu kavramla hiçbir alakası yok. Ancak, yine de değerli bir yorumcu çıkar da bunları mahalle baskısıyla ilişkilendirmeye ve beni de mahallelerden birine dahil etmeye çalışırsa, ironiyle etkisiz kılabilirim diye düşündüm. Ha bir de, bu sayfalara soran gözlerle bakan bir kaç okuyucu tavlarım belki diye kullandım bu başlığı.
Geçen hafta Türkçe basında da yer alan Reuters kaynaklı bir haberden söz etmek istiyordum. Suudi Arabistan’da 30 yıl aradan sonra, ilk kez sinemalarda film gösterimi yapılmış. Gösterime giren yerli komedi Menahi izleycilerden yoğun ilgi görmüş. Üstelik de filmin Cidde ve Taif de yapılan galasını erkek ve kadın konuklar birarada izlemiş. Tabi, bazı yetkililer rahatsızlık duymuş. Faziletin Yayılması ve Ahlaksızlığın Önlenmesi Komisyonu’nun Başkanı Şeyh İbraim el Geyt “Sinema yasaktır. Çünkü şerdir ve bizim şerre ihtiyacımız yoktur, zaten ortalıkta yeterince şer vardır” buyurmuş.
Suudi Arabistan’da 1970’lerde az sayıda olan sinema salonları, yerli film sektörünün dinsel baskılar nedeniyle çökmesi üzerine kapanmış. Sinemaseverler, sinemada film izleme keyfini yaşamak için Bahreyn gibi komşu ülkelere seyahat ediyormuş.
Oysa bugünlerde, internet aracılığıyla paylaşım ve cep telefonu gibi mecralarda görüntü izleme olanağıyla sıkça ‘sinemanın ölümünden’ söz eder olduk. O zaman, bu durumu Türkiye’nin aralarında bulunduğu çeşitli ülkelerdeki izleyici artışı ile birlikte bir canlanma olarak mı değerlendireceğiz, yoksa ehil ellerce kılınan bir cenaze namazı mı?
2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Jonah (Alain Tanner, 1976)
33 yaşına basacak olan Yunus
İsviçreli yönetmen Alain Tanner bu yıl 80 yaşına basıyor. Bu çerçevede, Tanner’in uzun ve başarılı meslek yaşamını kutlamayı amaçlayan Fransız Sinematek’i Şubat ayında kadar sürecek bir retrospektif düzenliyor.
Öte yandan, 1976’da, 68’e dair umutların yıkıldığı bir ortamda dünyaya gelen Yunus/Jonah ise 33 yaşında olacak. Yunus, Tanner’in senaryosunu John Berger ile birlikte kaleme aldığı filmi 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Jonah’daki çiftin çocuğudur. Acaba, umutların karaltıldığı bu dünyada, nasıl bir yaşam sürecektir? Berger ve Tanner, filmin adı aracılığıyla bir kehanette bulunmak isterler. Yunus’un mutlu olacağı daha güzel bir dünya hayali: “Tarihin balinası 2000 yılında 25 yaşına basacak olan Yunus’u midesinden çıkartacak. Yunus’u pislikten kurtarmak için 2000 yılına kadar vaktimiz var”.
Tanner, 2000’lere girerken, Yunus’un 25 yaşındaki halini gösteren bir devam filmi çekti. Bu iyimser senaryoda, Yunus sinema okuyordu ve siyah bir kız arkadaşı vardı. Oysa, Yunus’u pislikten kurtaramadığımız gibi, 33 yaşında küresel kapitalizmin en ciddi krizlerinden birinin içine attık. Tanner retrospektifine gidemeyecek olduğumuza göre, filmin senaryosunun Nigar Çapan’ın elinden çıkma çevirisini (Metis Yayınları) şiddetle öneririz.
Jean-Luc Godard ile birlikte en çok tanınan İsviçre vatandaşlarından biri olan Tanner, çevirdiği 26 filmin yanısıra, sinema sektörüne farklı katkılarda bulunur. Bunların başında, başarıyla sonuçlanan kamunun sinemaya destek olması için sürdürdüğü kampanya gelir. Dört yılı aşkın zamandır film çekmeyen yönetmen, geçtiğimiz yıl sinemayla ilgili görüşlerini içeren Sine-karışımlar (Ciné-Mélanges) başlıklı bir kitap yayınlandı. Bu kitaptan bir tadımlıkla bitirelim: “Bir gazeteci özgeçmişime bakıp ne kadar çok çalıştığımı söyledi. Şaşırarak yanıtladım: ‘Tam tersine, hayatımda hiçbir şey yapmamış gibi hissediyorum”.
Haftanın sözü:
“Yönetmenlik bir meslek değildir (...) Öğrenilemez. Günün birinde neden olduğunu anlayamadan yakalandığınız bir hastalık gibidir. Üstelik çaresi de yoktur .”
Alain Tanner
(Taraf gazetesinde 2.01.2009'da yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder