Ingmar Bergman (1918-30.07.2007)
Ölümünün ardından çıkan bütün yazılarda övgüyle söz ediliyor Bergman'dan. İtiraf etmeleyim ki, benim yönetmenle kişisel ilişkim biraz sorunlu. Onun başyapıt olarak kabul edilen filmlerini (Persona, Yaban Çilekleri vb.) hiçbir zaman kendime yakın bulmadım. Yedinci Mühür'ü ayrı bir yerde turmakla birlikte, en sevdiğim Bergman filminin onun görece daha az bilinen bir komedisi olduğunu belirteyim: Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri (1955)
Ölümünün ardından çıkan bütün yazılarda övgüyle söz ediliyor Bergman'dan. İtiraf etmeleyim ki, benim yönetmenle kişisel ilişkim biraz sorunlu. Onun başyapıt olarak kabul edilen filmlerini (Persona, Yaban Çilekleri vb.) hiçbir zaman kendime yakın bulmadım. Yedinci Mühür'ü ayrı bir yerde turmakla birlikte, en sevdiğim Bergman filminin onun görece daha az bilinen bir komedisi olduğunu belirteyim: Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri (1955)
Türk basını da geniş yer verdi Bergman'ın ölümüne. Bergman’dan söz eden köşe yazarları da oldu. İçlerinde en ilginçlerinden biri de, Meli Aşık'ın "Bergmanlı Hayaller" başlıklı yazısı: Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Melih Aşık, Bergman filmlerinin etkisiyle yönetmen olmaya karar verip, İsveç’e gider. Kimi zorluklara karşın sonunda Bergman’ın yöneticisi olduğu film okuluna ulaşan Aşık, burada yönetmenin İtalya’da olduğunu ve okulda okumak için İsveçce bilmek gerektiğini öğrenir. Ardından Türkiye’nin yolunu tutar.
Bunca övgünün arasında, az sayıda kuşkuyla yaklaşan yazılar da var. Ünlü sinema yazarı Jonathan Rosenbaum da bunlardan biri. Rosenbaum’un dünkü New York Times’da yayınlanan yazısı, ne yalan söyleyeyim bana yalnız olmadığımı düşündürdü. “Abartılmış Bir Kariyerden Manzaralar” başlıklı yazısında Rosenbaum, “Bergman” ve “müthiş” sözcüklerini yanyana getirerek yaptığı google taramasında 6 milyon bağlantıyla karşılaşmış.
Bunca övgünün arasında, az sayıda kuşkuyla yaklaşan yazılar da var. Ünlü sinema yazarı Jonathan Rosenbaum da bunlardan biri. Rosenbaum’un dünkü New York Times’da yayınlanan yazısı, ne yalan söyleyeyim bana yalnız olmadığımı düşündürdü. “Abartılmış Bir Kariyerden Manzaralar” başlıklı yazısında Rosenbaum, “Bergman” ve “müthiş” sözcüklerini yanyana getirerek yaptığı google taramasında 6 milyon bağlantıyla karşılaşmış.
Rosenbaum yazısında Bergman’ı, bir dönem filmleri sıkıcı bulunan Robert Bresson ve Carl Dreyer’la karşılaştırmış. Rosenbaum’a göre, Bergman’ın filmlerini bu iki yöntemenin yapıtlarından daha ulaşılabilir kılan nitelikler – akıcı öykü anlatımı ve oyuncu kullanımındaki becerisi – bugün bakıldığında aynı filmleri önemsiz kılan nitelikler. Zira bu filmler herhangi bir gizem içermiyor: “Perdede gördüğümüzden başka bir şey almıyoruz, ne kadar iyi yazılmış ya da dramatik olursa olsun, duyduklarımız daha önce başka yerde duymuş olabileceğimiz şeyler.”
Peki öyleyse Bergman’a ününü kazandıran nedir? Rosenbaum’un bu soruya yanıtı biraz ağır:
“Başlangıçta insanlara hitap etmesinin nedenlerinin en azından bir kısmı, kadın oyuncularının seksiliği ve İsveç’in çıplaklık konusundaki daha esnek tutumuyla ilişkiliydi; Bergman filmlerinin güzelliğini keşfetmek demek, Maj-Britt Nilsson ve Harriet Andersson’un güzelliğiyle karşılaşmak demekti.”
Rosenbaum, “Yeni Dalgacıların çağdaş dünyaya hitap ettiklerini, Bergman’ın ise yeteneğini eski bir dünyayı korumaya ve ebedileştirmeye adadığını” söylüyor ki, ben bunda olumsuz bir yan göremiyorum. Yine de, Rosenbaum’un yiğiti öldürürken, hakkını verdiğini, yönetmenin sinema tarihimdeki yerini teslim ettiğini belirtelim.
Not: Bergman’ın ölümünden bir kaç gün önce Independent’da okuduğum bir yazı yönetmenin uzun yıllar yaşadığı Faro adasıyla olan ilişkisini ele alıyordu. Yazıda, adada yaşayanların, Bergman’ın yaşadığı evi görmek isteyen meraklı turistlere ya “bilmiyoruz” diye yanıt verdiklerini ya da onları yanlış yönlendirdikleri anlatılıyor.
“Başlangıçta insanlara hitap etmesinin nedenlerinin en azından bir kısmı, kadın oyuncularının seksiliği ve İsveç’in çıplaklık konusundaki daha esnek tutumuyla ilişkiliydi; Bergman filmlerinin güzelliğini keşfetmek demek, Maj-Britt Nilsson ve Harriet Andersson’un güzelliğiyle karşılaşmak demekti.”
Rosenbaum, “Yeni Dalgacıların çağdaş dünyaya hitap ettiklerini, Bergman’ın ise yeteneğini eski bir dünyayı korumaya ve ebedileştirmeye adadığını” söylüyor ki, ben bunda olumsuz bir yan göremiyorum. Yine de, Rosenbaum’un yiğiti öldürürken, hakkını verdiğini, yönetmenin sinema tarihimdeki yerini teslim ettiğini belirtelim.
Not: Bergman’ın ölümünden bir kaç gün önce Independent’da okuduğum bir yazı yönetmenin uzun yıllar yaşadığı Faro adasıyla olan ilişkisini ele alıyordu. Yazıda, adada yaşayanların, Bergman’ın yaşadığı evi görmek isteyen meraklı turistlere ya “bilmiyoruz” diye yanıt verdiklerini ya da onları yanlış yönlendirdikleri anlatılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder