1 Ağustos 2009 Cumartesi

aşk tartışmaları

Aşk ve cinsellik sinemanın hiç kuşkusuz en eski temaları. Sinemanın bulunuşuna hazırlık eden Eadweard Muybridge’in hareket fotoğraflarını dahi bu çerçevede değerlendirebiliriz. Muybridge’in hareketlerini seri olarak fotoğrafladığı modellerinin çoğunun kadın ve çıplak oluşu, söz konusu fotoğrafların, bilimsel arayışın ötesinde anlamlar taşıyabileceğini düşündürtür izleyiciye. Thomas Edison’ın ilk filmlerinden biri olan Öpücük’te (1896) ise, dönemin iki oyuncusu Mary Irwin ve John Rice, daha önce sahnede sergiledikleri bir oyunun son sahnesini bu kez kamera karşısında canlandırırlar: yaklaşık 50 saniyelik film boyunca öpüşürler. Bekleneceği üzere film yoğun bir tartışma yaratır.

Sinemanın bu başlangıç döneminin filmlerinde izleyiciye ‘dikizci hazlar’ sunmayı hedefleyen pek çok sahne vardır. Anahtar deliğinden gözetlenen odalar, paravanın arkasında soyunan kadınlar vb. Sinema tarihinin ilk yakın plan çekimlerinden birinde, ayakkabı denerken, çapkın ayakkabıcıyı baştan çıkarmaya çalışan bir genç kızın eteğini hafifçe sıyırıp ayak bileklerini sergilemesini izleriz (Neşeli Ayakkabıcı, 1903, Edison).

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Çocuklara Yasak” adlı hikâyesi, 20. yüzyılın başında sinema konusundaki yaygın bakış açısını çarpıcı bir biçimde aktarır. Sinemaya giden kocasının yanına oğullarını da aldığını öğrenen kadın fenalık geçirir. Zira, filmde bir kadın soyunmakta ve izleyiciyi temsil eden bir adam bütün bunları bir paravanın arkasından izlemektedir. Bu hikâyede kadının gösterdiği tepki, bir sanat olarak meşruiyetini daha sonraları kazanacak sinemaya ilişkin genel tepkiyi yansıtır: Kadına anlatılmaz, çocuğa gösterilmez, kim bilir ne kepaze şeyler...”

***

Sinemaya ilişkin bu yaygın bakış açısı bugün gerilerde kalsa da, aşk ve cinsellik hâlâ tartışılan konuların başında geliyor. Pier Paolo Pasolini’nin Aşk Tartışmaları diye çevirebileceğimiz belgeseli Comizi d’amore (1964) (filmin İngilizce başlığı nedense Love Meetings / Aşk Buluşmaları’dır) İtalyan toplumunda cinsellik konusunu ele alır. Jean Rouch ve Edgar Morin’in Bir Yaz Güncesi (1960) adlı filminin izinden giden Pasolini, insanlara aşk ve cinsellikle ilgili sorular sorar. Cinéma vérité (hakikat sineması) olarak adlandırılacak ve filmin yapım sürecini de izleyiciye aktaran bir üslupta gerçekleştirilen film, “Bebek nasıl doğar?” sorusuyla açılır. Çeşitli yaşlardan çocular, bu soruya “leylek”, “tanrı” ya da “amcam getirdi” gibi yanıtlar verirler. Daha sonra Pasolini, maçoluk, evlilik öncesi flört ve eşçinsellik gibi konularda sorgular çeşitli kesimlerden insanları. Zengin kuzey bölgeleri ile güneydeki Sicilya arasındaki farkları gösterir.

Filmin sonlarına doğru bir türlü tatmin edici bir sonuca ulaşamayacağının farkına varır. Bunun nedeni insanların, özellikle de burjuvaların, bu tür sorular karşısındaki suskunluğudur. Bazıları ise peşin hükümlü olmakla birlikte ağzına geleni söylemekten çekinmez. Kimi yanıtlar ise, ekranda belirtildiği üzere, yönetmenin otosansürüne takılır. Yine de filmin ortasında verilmeyen yanıtların bıraktığı bir boşluk kalır.

Film genç bir çiftin hazırlık ve evlenme sahnesiyle sona erer. Bu sahneye eşlik eden Pasolini’nin dizeleri, ne mutlu ne de masum olan tarih” karşısında her zaman “acımasız unutkanlığın” yer aldığını bizlere hatırlatır.

***

Aşka Övgü (2001) adıyla bir film çeken Jean-Luc Godard’a göre, aşkın dört anı vardır: karşılaşma, fiziksel tutku, ayrılık ve barışma... Godard aşkı daha çok sessizlik, hatta iletişimsizlik üzerinden anlatma yolunu seçer. Filmde, Robert Bresson’ın Sinematograf Üzerine Notlar’ından bir alıntı yapar: “Hareketsizlik ve sessizlikle aktarılabilecek her şeyi en sonuna kadar kullandığından emin ol.

Bu sözler Pasolini’nin Aşk Tartışmaları için de geçerlidir. Filmin en açıklayıcı sahneleri ne Alberto Moravio ve Cesare Musatti gibi uzmanların yorumları ne de bilgece yanıtlar veren çocuklar ve yaşlılardır. Filmi anlamlı kılan, insanların Pasolini’nin soruları karşısındaki kısa duraklama anları, mahçup ya da sinirli gülümsemelerdir... Pasolini’nin tanımıyla, yaşamın sıradan gerçekleri karşısındaki konformist” tutumumuz...

(30.7.2009 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: