14 Ağustos 2009 Cuma

barış ve sinema

Sık ve yersiz kullanımdan dolayı kirlenen ve anlamını yitiren kelimelerden biri de ‘barış’... Belki de bu yüzden, son haftalarda tartışılanlar çoğumuzu yeterince heyecanlandırmıyor. ‘Açılım’, ‘bütünleşme’, ‘kardeşlik’ gibi aşınmış kelimelere eskisi kadar güven duymuyoruz. Ancak, binlerce söze bedel görüntüler var. İmgelerin insanı nasıl yanılttığını bilsek de, umut veriyor içimize. Oğullarını savaşta yitiren Türk ve Kürt annelerin kucaklaşmasından söz ediyorum. Acıyı paylaşmanın sağaltıcı gücünden...

İnsan kelimelerden daha çok bu görüntülere inanmak, yeniden safça umut etmek istiyor. ‘Bölünmekten’ söz eden birilerine inat...

Zaten bir ülke daha ne kadar bölünebilir? Barış İçin Kadın İnsiyatifi sözcüsü ve DTP milletvekili Gültan Kışanak, esas bölünme işaretinin bir ülkenin yurttaşlarının eline silah alıp ölüme gitmesi olduğunu belirtiyor. Kışanak, Neşe Düzel’le sohbetinde, bütün ikilemleri ve bölünme korkuları aşmanın yolunun işte bu gerçeği görmekten geçtiğini söylüyor. Kelimeler ve görüntüler acaba bu gerçeği ‘görmemize’ yetecek mi?

***

Aforizmaları, en az filmleri kadar ilginç yönetmen Jean-Luc Godard’ın sözüdür: Televizyon insanları birleştirir, sinemaysa böler”. Godard, bu karşılaştırmayla, popüler bir eğlence türü olan televizyonun geniş kesimlere ulaşma gücüne vurgu yapar. Hiç kuşkusuz, Hollywood sinemasının popüler örnekleri de televizyona yakın yaygın bir etkiye sahiptir. Ancak, burada kastedilen filmler bu tarz bir sinemaya ait değildir.

Godard’ın veciz ifadesindeki mantığı sürdürecek olursak, eklememiz gerekiyor: Televizyon insanları ancak ortak aptallık düzeyinde birleştirir. Esas işlevi, her tür yoldan resmi ideolojiyi yaymak, tükettirmek ve oyalamaktır.

Bu nedenle, TRT’ninki de dahil Kürtçe yayın girişimleri, gerekli ve önemli olmakla birlikte, insanca ortak yaşam koşullarının kurulması açısından hiç de yeterli sayılmaz.

Yeniden birlikte yaşamayı öğrenmek için, belki her zamankinden çok sinemaya ihtiyacımız var. Neyse ki, umutlu olmamıza neden olan örnekler çoğalıyor: Bahoz (Kazım Öz), Gitmek (Hüseyin Karabey), İki Dil Bir Bavul (Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan), hatta kimi falsolarına karşın Güneşi Gördüm (Mahsun Kırmızıgül)...

Bu filmler, kimi zaman amaçlamadıkları halde insanları bölse de (Gitmek filminin bir festivalde gösterimin engellenmesiyle ilgili tartışmaları hatırlayın), durup yeniden düşünmemize, karşımızdakileri daha iyi anlamamıza katkı sağlıyor.

***

Gitmek filmin vurucu sahnelerinden biridir: Sevdiğine ulaşmaya çalışan Ayça Damgacı, sınıra gitmek için bir araba kiralar. Volga Sorgu’nun başarıyla canlandırdığı sürücüyle sohbete koyulurlar. Sürücü, bölgedeki yaşam koşullarından söz ederken, sürekli kimlik göstermek durumunda kalmadan yaşamak istediklerini belirtir. Tıpkı diğer sıradan Türkiye vatandaşları gibi...

Gerçekleşmesi çok da zor olmayan bir istek... Ama önce, neler kaybettiğimizi, umut etme yetimizi nasıl kaybettiğimiz anlamamız gerekiyor. 

(13.8.2009 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: