Dünya sineması, dünyadaki ulusal sinemaların toplamını çağrıştırsa da, genellikle Amerikan (kimi zaman da Avrupa) sinemasının dışındaki yapıtları içerecek biçimde ele alınıyor. Bu anlamda, filmleri Batı sineması ve diğerleri gibi hiyerarşik bir bakış açısıyla değerlendirdiği söylenebilir. Ayrıca, sinemayı ulus-devletler toplamına indirgediği, üçüncü sinema, ulusaşırı sinema ve feminist sinema gibi diğer kategorileri dışladığı için de eleştirilebilir. Aslında, Amerikan ya da Avrupa-merkezciliği kırmak ve kültürel çeşitliliği savunmak gibi iyi bir niyetle ortaya atılsa da, bugün gelinen noktada tanım pek çok sorun içeriyor. Öyle ki, batılı-olmayan sinemanın, dünya sineması adı altında kabul görmesi ve eleştirel ilgiye mahzar olması için bazı temel özellikleri taşıması gerekiyor.
Benzer sorunların yaşandığı, dünya müziği alanından bir örnek verecek olursak, kendisi de “farklı” müzikleri insanları tanıtmayı amaçlayan müzisyen David Byrne, kavramın içinin tamamen boşaldığını belirtiyor. “Dünya Müziğinden Nefret Ediyorum” (1999) başlıklı yazısında Byrne, dünya müziğinin “bir sözde-müzik kavramı olduğu kadar bir pazarlama kavramı” olduğunu, aynı zamanda da “plakçı dükkanında başka hiçbir yere ait olmayan şeylerin konulduğu bir köşe” olarak işlev gördüğünü belirtiyor.
Türkiye’de henüz yeterince tartışılmayan bu kavramla ilgili uluslararası yayınlarda bir artış gözleniyor. Bunlar arasında, dünya sineması kavramını tartışan kitapların yanı sıra, farklı coğrafi bölgelere odaklanan çalışmalar da var.
Remapping World Cinema: Identity, Culture and Politics in Film adlı derleme çalışma, başlığından da anlaşılabileceği gibi, dünya sineması kavramını yeniden konumlandırmaya çalışıyor. Türkçede Sinema Kuramları adlı klasik yapıtıyla tanınan Dudley Andrew, kitabın başında yer alan “Dünya sinemasının atlası” başlıklı yazısında, kavramın anlamını yerine oturtmak amacıyla farklı haritalar çizmeyi öneriyor. Bunlardan ilki olan siyasi haritaların, film üretim miktarı, eleştirel değerlendirme ve festival performansı gibi sinemasal güç ölçütlerine göre düzenlenmesini öneriyor. İzleyiciler açısından durumun ise demografik haritalarla ortaya konabileceğini belirten Andrew, bu yolla küresel boyuttaki Hollywood egemenliğinin daha iyi değerlendirilebileceğini savlıyor. Dilsel haritaların ise, farklı bölgelerde sinemasal anlatım dilinin gelişimini belgelemek amacıyla kullanılabileceğini söylüyor.
Kavramın tartışmasına katkı niteliğindeki bir diğer yazı da Lucia Nagib’e ait “Dünya sinemasının pozitif tanımına doğru”. Nagib, tanımın ima ettiği Hollywood ve diğer sinemalar ayrımının bir ikili karşıtlık yarattığını, Hollywood estetiğinin diğer sinemaları değerlendirmek açısından temel ölçüt kabul edildiğini kaydediyor. Diğer sinemaların Hollywood’dan farklı bir estetik model benimsedikleri ölçüde kabul gördüklerini belirten yazar, Hollywood’un “sinema tarihinin başlangıcı değil, sadece bir parçası olduğunu”, sinemanın geçmişin eski dönemlerdeki mağara resimlerine kadar indiğini ifade ediyor. Nagib’in dünya sinemasının daha olumlu biçimde tanımlanabilmesi için önerileri şunlar:
- Dünya sineması özünde dünyanın sinemasıdır. Herhangi bir merkezi yoktur. Öteki değil, biz olandır. Başlangıcı ve sonu yoktur, küresel bir süreçtir. Dünya sineması, tıpkı dünyanın kendisi gibi, dolaşım süreci içerisindedir.
- Dünya sineması bir disiplin değil, yöntemdir, sinema tarihini ilgili film ve akımlara göre düzenleme, bu yolla esnek coğrafyalar yaratma aracıdır.
- Pozitif, kapsayıcı, demokratik bir kavram olarak dünya sineması, ikili karşıtlık üzerine kurulu bir bakış açısına dayalı olmadığı sürece bütün kuramsal yaklaşımlara açıktır (s.35)
(Virgül dergisinin Nisan 2007 sayısındaki yazıdan kısaltılarak aktarılmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder