8 Mayıs 2007 Salı

Kült Film


Son yıllarda, ne anlama geldiği açıkça ifade edilmeden sıkça sözü edilir oldu ‘kült’ filmlerden. Bir altkültür olarak nitelendirilenilecek bir hayran kitlesi tarafından izlenen ve ‘anaakım’ olarak adlandırılan ticari sinemadan farklı, onun kurallarına uymayan filmleri kapsadığı söyleniyor kült filmlerin. Yüksek kültür / aşağı-bayağı kültür, sanat sineması / popüler sinema gibi ayrımlara meydan okur gibi görünse de, kült filmin, sinemaya akademik ve entellektüel ilginin gelişimine paralel bir çizgi izlediğini belirtmek gerek. ABD’de 1950 ve 60’lı yıllarda, sanat filmleri gösteren sinemaların, üniversite sinema topluluklarının programlarında yer alan filmler kavramın ortaya çıkış zeminini hazırlıyor. Kült filmin manifestosu sayılabilecek 1970 tarihli Bir Kültçünün İtirafları (Confessions of a Cultist: On the Cinema 1955-1969) kitabının yazarı eleştirmen Andrew Sarris’e göre, bu filmler popüler sinema karşısında, Avrupa’da gelişen avangard sinemaya oranla daha sahici bir alternatif sunmaktadırlar. Bu gelişmeler aynı zamanda sözkonusu dönemde akademide sinemaya karşı değişen yaklaşımları yansıtır. Kitle kültürünü eleştiren yazarlar Hollywood’a karşı avangard ya da ‘karşı-sinema’ olarak adlandırdıkları Avrupa sinemasını desteklerken, Andrew Sarris gibi yazarların izinden giden sinema toplulukları Hollywood’a yeni bir gözle bakmayı deneyerek, düşük bütçeli filmleri yitik hazineler olarak yeniden gündeme oturtur.

Tim Burton’ın Ed Wood (1994) filmiyle bir kez daha gündeme gelen ‘kült’ film olgusu, akademik bir tartışmayı da başlatır. Jeff Sconce, bu tartışmalara kaynaklık eden “Akademi’yi yıkmak: beğeni, ifrat ve gelişmekte olan bir sinemasal üslup politikası” (Screen 36[4], 1995: 371-93) başlıklı makalesinde, bu kapsama girecek filmleri ‘parasinema’ (‘sinemamsı’ ya da ‘sinemaötesi’ diye çevirebiliriz) olarak adlandırılır. Bu kategoriye dahil ettiği filmler arasında, ‘kötü filmler’den, dünyanın çeşitli yerlerinden tuhaflıkların ardarda sıralandığı ‘mondo’ filmlerine, kılıç ve sandalet epiklerinden, Japon canavar filmlerine kadar sömürü sinemasının çeşitli örnekleri yer alır. Bunlar, ticari dolaşıma dahil olmadığı için ulaşılması kolay olmayan ve çoğu izleyici için izlenmesi zor olan filmlerdir.

Sconce’a göre ‘parasinema’, konformist anaakım sinemaya muhalif olarak tanımlanabilecek bir tür ‘karşı sinema’dır. Ona göre, bu filmler izleyicinin ticari sinemadan aşina olduğu anlatım tarzına karşı, ‘ifrata’ dayalı bir üsluba sahiptir. Bu üslup, ticari sinemada gerçerli olan gerçeklik yanılsamasını kırarak izleyiciyi bir anlamda özgürleştirir.

Sconce buradan hareketle, parasinemanın toplumsal olarak belirlenen beğeni hiyerarşilerini de sorguladığını savlar. Oysa yaptığı, sözkonusu filmlerin işlevi yerine biçimlerini (kültürel ve estetik bir strateji olarak ifrat) ön plana çıkarmaktır. Pierre Bourdieu’nün de belirttiği gibi, bu biçimsel yaklaşım özünde farklı ilgi ve aciliyetleri olan kitlelere karşı burjuvazinin üstünlüğünü savunmaktan başka bir şey değildir. Bir diğer deyişle, parasinema (kült filmler diye okuyabiliriz) burjuva esteteğine karşı bir meydan okumdan çok onun bir başka yüzüdür.

ABD üzerinden Avrupa’ya ihraç edilen kavramın Türkiye’deki seyrine gelirsek, burada da sinema topluluklarının ve akademik tartışmaların gündemi belirlediğini görüyoruz. Boğaziçi Üniversitesi Sinema Topluluğu’nun 1990’ların başında yaptığı Cüneyt Arkın filmleri gösterimleri, Kinema dergisinin Dünyayı Kurtaran Adam filmini merkeze alan özel sayısı (sayı 4, 1995) ve 1998-2003 arasında hatırı sayılır bir kitleye ulaşan Geceyarısı Sineması dergisini burada anmak gerekir. Başka kültürel alanlarda olduğu gibi, Türkiye’nin ‘kült film’ örneklerinin yurtdışında ilgiye mazhar olması da, yeni hayran kitlelerinin ortaya çıkmasına neden olur. Fantastik Filmler: Uzakdoğu’dan Güney Amerika’ya (Kabalcı, 2004) kitabının yazarı Pete Tombs, yayınladığı kitaplar ve DVD’lerin (bkz. http://www.mondomacabrodvd.com/) yanısıra, İngiliz televizyon kanalı Channel 4 için hazırladığı ve aralarında Türkiye’den örneklerinden yer aldığı kült filmler kuşağı (bu kuşak için Cüneyt Arkın’la yapılan bir söyleşi Dünyayı Kurtaran Adam’ın DVD kopyasında yer almaktadır) ile bu ilginin gelişmesinde katkıda bulunur. Bu durum, “bütün dünya izliyormuş” türünden yorumlarla kült filmlerin, bir nevi ‘Batı üzerinden’ kucaklanmasına neden olur.


(Virgül dergisinin Şubat 2007 sayısındaki yazıdan kısaltılarak alıntılanmıştır)

Hiç yorum yok: