13 Temmuz 2009 Pazartesi

anlatı yorgunluğu

Paul Schrader

Walter Benjamin hikâye anlatıcılığının hikâyeleri tekrarlama sanatı olduğunu söyler. Birbirlerinden farklı olarak nitelendirilebilecek hikâyelerin sayısının sınırlı olduğu yaygın bir görüştür. Vladimir Propp hikâyenin öncüsü sayılabilecek masalları incelediği yapıtında, farklı karakter rollerinden ve ‘işlev’ adını verdiği durumlardan söz eder. Bütün bu karakter ve işlevlerin farklı biçimde biraraya getirilmesiyle oluşturulacak masalların sayısı sonsuz olmakla birlikte, temelde sınırlı sayıda kategoriye ayrılırlar. Bu kategorilerin sayısı kimine göre 29, kimine göre 69’dur.

Yedi Olayörgüsü (2004) başlıklı bir kitap yazan Christopher Booker’a göre ise,  bütün bu anlatılar yedi başlık altında incelenebilir. Çok sayıda roman, film ve televizyon dizisini inceleyen Booker, yedi ana olayörgüsünü şöyle sıralar: Canavarı Yenmek, Sıfırdan Yükselmek, Arayış, Yolculuk-Dönüş, Komedi, Trajedi ve Yenidendoğuş. Booker bunlara bir de İsyan ve Gizem kategorilerini ekler. Ancak, yazara göre Romantik akımla birlikte (yaklaşık 200 kadar önce) klasik olayörgüsünden bir ölçüde kopulmuştur. Bunun nedeni bireyin benliğindeki parçalanmadır. Bu sayede klişeler yıkılmakla birlikte, hikâyeler bir türlü arzu edilen sona (bütünlüğe) ulaşamamaktadır.

Buna karşın, çevremizi saran popüler romanlara ve filmlere baktığımızda, gerçekten de insanların aynı hikâyeyi tekrar tekrar dinlemekten bıkmadığını görüyoruz. Uyarlamalar, yeniden-çevrim filmler bu durumun bir diğer göstergesidir. Buradan haraketle, okuyucu/izleyicinin bir yapıttan zevk alabilmesi için onun bir ölüçüde tanıdık olması gerektiğini söylebiliriz. Ancak, bu oldukça riskli bir durumdur, zira fazla benzerlik bıkkınlık hissi yaratabilir. Bunu önlemek için de farklılaştırmaya gereksinim duyulur. Tekrar ve farklılık, tür kavramının da temel çerçevesini oluşturur.

***

Bu noktaya kadar herkesin bildiği bir gerçekten söz ettik: Yıllardır aynı hikâyeleri dinliyoruz... Peki, kitle iletişim araçlarının yaşamımızın önemli bir parçası durumuna geldiği, bilgisayar ya da televizyon ekranı karşısında saatler geçirdiğimiz günümüzde bu ne anlama geliyor? Acaba, tekrarlanan anlatılardan aynı ölçüde haz alıyor muyuz?

Medya tüketimindeki artış sayesinde, televizyon dizilerinden video oyunlarına, internet ortamında paylaşılan görüntülerden anlatı formunda sunulan haberlere, her gün onlarca hikâyeyle karşılaşıyoruz. Usta senaryo yazarı (Taksi Şoförü) ve yönetmen (Mishima) Paul Schrader’e göre, bütün bunlar izleycide bir anlatı yorgunluğuna” yol açıyor. Schrader geçtiğimiz günlerde Guardian gazetesinde yayınlanan (19.06.2009) yazısında, bu durumu bir örnekle açıklamış. 30 yaşındaki hayali medya izleyicisine Ollie Overwhelmed adını vermiş Schrader. Biz Burhan Bungun diye çevirelim: “Burhan’ın dedesinin babası, 30 yaşına geldiğinde yaklaşık 2,500 saat görsel-işitsel anlatı izlemişti. Aynı yaşta, dedesi 10,000 saat, babası ise 20,000 saat anlatı izlemiş olsun. 30 yaşına girdiği 2009’da, Burhan’ın izlemiş olduğu anlatıların toplamı 35,000 saati bulacak.”

Bu derece yoğun bir medya tüketimi sonucu, günümüz izleyicisinin farklı hikâye türlerine aşina olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Paul Schrader’e göre, hikâye anlatıcısı açısından izleyicinin dikkatini çekebilmek giderek güçleşiyor. Örneğin, bir seri katil hikâyesi izleyecek olan seyirci, yalnızca ana olay örgüsünü değil, bu olay örgüsünün farklı permütasyonlarını, bu permütasyonların taklitlerini ve taklitlerin permütasyonlarını” çoktan görmüştür. Schrader izleyicinin dikkatini çekebilmek için denenebilecek farklı yolların da (daha fazla kan, parodi, alışılmadık karakterler vb.) tükendiği görüşünde.

Usta senaryocuya göre, sözel anlatımda izleyicinin dikkatini çekebilmek daha da zor (Schrader, senaryo yazarlığının edebiyattan çok sözlü anlatı geleneğine yakın olduğunu belirtiyor). Hayali izleyici Burhan Bungun, çok sayıda hikâye izlediği için, tıpkı bir yapımcı gibi bu anlatılanları hemen kategorize edecek, belleğinde dosyalayacak ve cevabı yapıştıracaktır: “Ben bu filmi biliyorum.

Schrader, yedi gün yirmidört saat medya ortamında yaşayan bir izleyici karşısında, özgün olabilmenin 50 yıl öncesine göre zorlaştığını kaydediyor.

***

Bir dönemin en özgün senaryolarını kaleme almış Schrader’in yorumu dikkate değer. Ancak, görüşlerine itiraz için yakınlarda okuduğumuz bir haberi örnek verelim: Steven Spilberg, Chan-wook Park’ın İhtiyar Delikanlısı’nı (2003) yeniden çekecekmiş. Amerikan izleyicilesinin zevkine uyarlamak için, filmde aşırı şiddet ve ensest unsuruna yer verilmeyecekmiş. Bu örnekten hareketle iki noktayı vurgulamakta yarar var: Giderek artan olanaklara karşın, medya ürünleri eşitsiz biçimde dağıtılıp izleniyor, bir diğer deyişle hâlâ geniş kesimlerin izlemediği görece özgün hikâyeler bulunabiliyor.  Bu ürünlerin kitlelerce beğenilmesinin yolu, kültürel açıdan hedef kitlenin zevklerine uyarlanmasından geçiyor (tekrar ve farklılaştırma).

Son olarak, olayörgüsünün filmin unsurlarından yalnızca biri olduğunu kaydetmeli. Bilindiği gibi, senaryonun dışında, izleyicinin filmden çıkaracağı anlamı ve alacağı hazzı belirleyen pek çok öğe var: oyunculuk, sanat ve görüntü yönetmenliği, kurgu ve müzik gibi... Aynı zamanda yönetmenlik de yapmış biri olarak Schrader, belki bu anlamda da seçeneklerin tükenmekte olduğu görüşündedir. 

(9.7.2009 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: