16 Temmuz 2009 Perşembe

yeni anlatılar

Geçtiğimiz hafta usta yönetmen ve senaryo yazarı Paul Schrader’in sinema izleyicisinin dikkatini çekmenin giderek güçleştiğine dair yorumuna yer vermiştik. Schrader bu durumu, izleyicinin televizyon, internet gibi çeşitli kanallardan çok fazla anlatı izlemesine bağlıyor ve anlatı yorgunluğu” olarak adalandırıyordu. İzleyicinin değişik olay örgülerine ve bunların farklı versiyonlarına âşina olduğunu belirten yönetmene göre, özgün bir hikâye anlatabilmek giderek imkansız hale geliyordu.

Paul Schrader, geleneksel hikâye anlatımının izleyicinin ilgisini çekmekte yetersiz kalması karşısında, “karşı-anlatıların” yaygınlık kazandığını belirtiyor.   Schrader’in karşı-anlatı olarak tanımladığı yapıtların ortak özelliği ise, gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırda gezinmeleri ve çoğu zaman kendilerini izleyiciye gerçek” ya da “gerçekçi” olarak sunmaları.

***

Bu hafta, bu tanımlamadan hareketle, yeni anlatıları masaya yatıracağız. Schrader’in sınıflandırmasını biraz değiştirerek, Türkiye’den yakın tarihli örneklere yer vereceğiz:

1. Belgesel: Bu başlığın burada ne işi var diye sorabilirsiniz. Belgesel elbette yeni bir anlatı tarzı sayılmaz. Burada daha çok, belgesellerin son yılarda ticari sinemalarda gösterime girmesinden, süre, dramatik yapı vb. yönünden kurmaca filme yakınlaşmasından söz ediyoruz. Sınırların sorgulanmasına bir örnek olarak, belgesel film İki Dil Bir Bavul’un (Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan), Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ kategorisinde yarışmakla kalmayıp, iki ödül birden kazanmasını verebiliriz.

2. Yarı-belgesel ya da canlandırma drama: Bu başlık altındaki anlatılar çok çeşitlilik gösteriyor. Bu örnekte, günlük yaşamdan bir kesit, o durumun bizzat tanığı olan kişilerin gözünden aktarılırken, yönetmen yaratıcı müdahalelerde bulunabiliyor. Kimi zamansa, öyküsü anlatılan kişilere zaman zaman profesyonel oyuncular eşlik ediyor. Ya da daha önce yaşanmış bir olay, tanıklar ya da oyuncular tarafından yeniden canlandırılıyor. Çoğunlukla anekdotlar üzerinden ilerleyen bu anlatılar, izleyiciye “kurgulanmamış” bir yaşam izlenimi sunuyor. Bu tarzın yakın zamanlı örnekleri arasında Gitmek (Hüseyin Karabey), Köprüdekiler (Aslı Özge), 11’e 10 Kala (Pelin Esmer) sayılabilir.

3. Reality TV: Belgesel ve kurmaca ayrımını sorgulayan anlatılar sinemayla sınırlı değil. Televizyonda da, bir senaryoya bağlı olmadan ilerliyormuş gibi görünen örneklere sıkça rastlanıyor. Önceden kolayca tahmin edilebilir senaryolardan bıkan izleyiciler için bu programlar yeni bir seçenek oluşturuyor. Ancak, bu tür programların da aslında bazı formüller (senaryo) üzerine inşa edildiğini unutmamak gerek.

4. Mini diziler: cep telefonları ya da YouTube gibi platformlar için özel olarak üretilen bu kısa (3-15 dakika arası) dizilerin temel özelliği, gerçek hikâyeler sundukları izlenimini yaratmaları. Bir zamanlar YouTube’un en çok izlenen gönderilerinden olup, diziye dönüştürülen lonelygirl15 bu tarza iyi bir örnek.

5. Video oyunları: Spektrumun diğer ucunda ise bilgisayarda canlandırılmış karekterleriyle video oyunları yer alıyor. Bunları yeni anlatılara dahil etmemizin nedeni, izleyiciyle kurdukları etkileşim. Oyuncu/izleyicilere hikâyenin seyrini değiştirebilme olanağı sunmaları, önceden kurgulanmışlık hissini ortadan kaldıran etkenlerden biri.

***

Tanımlamaya çalıştığımız bu yeni/karşı-anlatılar, geleneksel hikâyelere karşı güçlü bir seçenek oluşturuyor. Öyleyse, anlatıların sonundan çok, dönüşümünden söz etmek daha doğru. Eğlence tarzındaki değişim, anlatılardaki değişimi de zorunlu kılıyor. Karanlık bir odada perdeye yansıtılan görüntülerin yerini farklı mecralarda izlenen yeni anlatılar alıyor. Son sözü Paul Schrader’e bırakalım:

Hikâye anlatımı, merasim olarak başladı, zamanla ayine döndü. Ortaçağda ticarileşti, 19. yüzyılda önemli bir iş kolu haline geldi, 20. yüzyılda ise uluslararası bir endüstriye dönüştü. Günümüzde ise, postmodern çağın vazgeçilmez parçası. Senaryo yazarları olarak kendi başarımızla mücadele ediyoruz. Etrafı duvar kağıdıyla kapladık, ancak kimsenin astığımız resmi fark etmesini sağlayamıyoruz (...) Bu bir kriz değil. Sinemanın karşı karşıya olduğu krizlerden yalnızca biri.

 (16.7.2009 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır)

Not: Bu konuda ayrıca Necati Sönmez'in Mavi Defter'deki "Kurmaca yaşamlar, belgesel dünyalar" başlıklı yazısına bakınız.

Hiç yorum yok: