Funda Karakaya, geçen hafta Taraf’taki haberinde, Babam ve Oğlum’un başarısını örnek vererek, fısıltı gazetesinin Issız Adam için de çalışıp çalışmayacağını sorguluyordu. Geçtiğimiz haftasonun gişe rakamları, Karakaya’nın öngörüsünü doğrular gibi: Bir önceki haftasonuna göre gişe gelirini % 80 oranında arttıran film, geçen haftasonu 100 bin kişi tarafından izlendi. Klasik reklam stratejilerinden yararlanmayan film, derinden giderek izleyici sayısını arttıracak gibi görünüyor.
Bu muhtemel izleyici başarısının nedenlerini eleştirmen arkadaşlara bırakarak, filmin çağrıştırdığı başka konulara dalalım. Aşırı duygusal, hüzünlendirici film ve roman gibi yapıtlara, İngilizcede ‘tearjerker’ (gözsulandıran) adı verilir. Çağan Irmak da giderek bu alanda ustalaşan bir yönetmen olarak, değişik tür (romantik komedi, melodram) kalıplarının yanısıra, bazı anlatım araçlarından (yavaş çekim, dış ses vb.) yararlanarak izleyicide güçlü bir duygusal etki bırakmayı hedefliyor. Sinemada karşılaştığımız manzaralar, yönetmenin bu konuda başarılı olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde uluslararası bir film festivalinde (Brisbane) izleyicilerin bir filmde (Asyl: Park ve Aşk Oteli, 2007) hüngür hüngür ağlamalarına tanık olan eleştirmen Adrian Martin de bu konuya kafa yormuş. Martin, sıradan bir melodramda değil de, gündelik yaşama dair bir filmde neden ağladığımızı sorguluyor: “Belki de zaman içinde, yalnızca kötü, sıradan filmlerde bu tür bir duygusal boşalım yaşamaya şartlanmıştık. Oysa, düşünür Giorgio Agamben’in anımsattığı gibi, duygusal tepkilerimiz hep çok-yetersiz ya da çok-fazla gerçekleşir. Hayat bu gerçeği sürekli doğrular: sevdiğimiz birinin ya da bir yakınımızın cenazesinde umduğumuz kadar üzülmediğimizi fark ederiz (Camus’nün ölümsüz ‘yabancısı’ bunun bedelini ağır öder); ya da tam tersi küçücük bir mazaret önlenemeyen bir ağlama nöbetine yol açar.”
Martin, bu duruma örnek olarak, yıllar önce evin yaşlı kedisinin ölümünü umulmadık biçimde soğukkanlı karşılayan annesinin, televizyonda gördüğü bir atın ölümüne hıçkırıklarla ağlamasını, yeterince tepki göstermediği gerekçesiyle kendini azarlamasını veriyor. “Kendimize sık sık sorarız: bu duygu nereden geliyor? Tek başımıza ya da topluca izlediğimiz filmler de hissettiğimiz duygular da bu soruya neden olur. Bu sinemanın en büyük gizemlerinden biridir.” diye ekliyor.
Issız Adam, elbette Adrian Martin’in tanımladığı çerçevenin dışında bir ‘gözsulandırıcı’. Bizimse filme dair en güzel anımız, bu ağlatma stratejilerine çaresizce karşı koymak isteyen arka sıradaki yaşlı teyzeninin, filmin ıssız ve duygusuz adamıyla ilgili yorumuydu: “Hasta bu, hasta!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder