21 Aralık 2008 Pazar

sinemanın yeniden keşfi-2

Geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim. Önce küçük bir hatırlatma: Sinemadaki dijital dönüşümün izlerini sürmeye çalışıyorduk. Dijital teknolojinin çekimden kurguya yapımın bütün aşamalarını etkilediğini, buna bağlı olarak film gösteriminin de artan oranda dijital olarak gerçekleştirildiğini belirtik. Sinemada dijital teknolojinin olanaklarından yararlanılmasına ilişkin iki eğilim saptadık. Birincisi, dekordan oyuncuyu görüntüyü yeni baştan yaratıyor, adeta fırçayla yeniden çiziyordu. İkincisi, biraz da paradoksal biçimde, dijital teknolojiyi filmin gerçeklik duygusunu arttırmak için kullanıyordu. Bu yolla, kurguda renk ayarını düzeltiyor, oyuncu performansını yaratılmak istenen duyguya bağlı olarak manipüle ediyordu.

Elbette bu iki eğilimi, birbirinden kesin sınırlarla ayırmak mümkün değil. İşte bu ortaklığı vurgulamak için de, sinemanın dijital teknolojinin yardımıyla nasıl kusursuz bir gerçeklik yanılsaması yaratmaya çalıştığını göstermeye çalışmıştık. Sesli film, renkli sinema, sinemaskop görüntü, çok-kanallı ses sistemleri gibi bütün teknolojik yenilikler, gerçekliğin eksiksiz bir temsilini sunmayı hedefliyordu. Üstelik bu olanakları yalnız sinemada değil, evimizin konforu içerisinde de yaratabilirdik. Giderek genişleyen televizyon ekranları ve kusursuz görüntü-ses kalitesi sunma iddiasındaki ev sinema sistemleri, bu eğilimin birer göstergesi. Andre Bazin’in yerinde saptamasıyla ‘bütüncül sinema’...

Bu hafta, bunun tam zıddı gibi görünen bir eğilimden söz edeceğiz. Buna da ‘ilkel sinema’ adını vereceğiz.  Temel örneğimizi, bilgisayar – hatta cep telefonu – aracılığıyla gerçekleştirilen izleme deneyimi ile YouTube ve benzeri görüntü sağlayıcı servisler oluşturacak.  Öncelikle bilgisayar ekranlarının yukarıda andığımız projeksiyon olanaklarına ya da yeni televizyonlara oranla ne kadar küçük olduğunu hatırlatalım. Buna bir de yalnızca stereoyla sınırlı kalitesiz ses düzenini ekleyin.

Ya ulaşılan görüntü ve sesler. Bu küçük ekranın yaklaşık 10/1 ile sınırlı ve giderek genileşleyen panoramik formatın tersine kare bir çerçeve. İnternet aracılığıyla daha kolay ve hızlı erişim sağlamak için sıkıştırılmış – kötüleştirilmiş – görüntü ve ses kalitesi. İçeriğe gelince, farklı iletişim araçlarıyla ulaşabileceğimiz sinema ve televizyon ürünlerinden parçalarını bir yana bırakacak olursak, evde gerçekleştirilmiş bir iki çekimden oluşan görüntüler... Fonda çalan müziğe ağızlarını açıp kapayarak eşlik eden bir grup genç ya da tanıklık edilen komik bir durum.

Peki nasıl oluyor da, dev ekran ve hopörlerin kalitesine alışan bizler, bu ‘ilkel’ görüntü ve seslerin büyüsüne kapılıp gidiyoruz? Film ya da televizyon yerine, saatleri bilgisayar karşısında geçiriyoruz? Hem de bir yandan mesaj yazıp, başka işlerle ilgilenirken... Bilgisayar ya da telefonumuzu taşıdığımız her yerde izleyebilmenin rahatlığı, bizlerinkine benzer yaşamlara duyulan merak gibi pek çok yanıt verebilir.  

Ancak, bütün bu gelişmelerde sanki sinemanın ilk yıllarını hatırlatan bir yön var. Lumiere kardeşlerin çektikleri ilk görüntüler, tıpkı YouTube’daki benzerleri gibi yaklaşık bir dakikalık kesintisiz çekimlerden oluşuyordu. Gara giren bir tren, yıkılan bir duvar gibi günlük yaşamdan kesitler ya da kendini sulayan bahçıvan gibi komiklikler içeriyordu. Üstelik kare formatta, siyah-beyaz ve sessizdi. Bir diğer deyişle YouTube’ın yıldızları iki Çinli öğrencinin maceralarından ya da piyano çalan kediden pek de farklı değildi.

Acaba, teknolojinin getirdiği olanaklarla gerçeklik yanılsamasını kusursuzlaştıran sinema, yeniden ortaya çıktığı yıllardaki olanaklara dönerek bir şeyler mi kanıtlamaya çalışıyor? Bu ‘ilkel sinemayı’ sinemanın yeniden keşfi yolunda farklı bir adım olarak değerlendirebilir miyiz? Yanıt vermek için henüz erken. Zira küçük ekrandaki görüntünün kalitesi gün geçtikçe artıyor. ABD’de Hulu’nun rekabetine dayanamayan YouTube kısa bir süre önce ‘geniş-ekran’ formatına geçti. Benzeri gelişmelerin birbirini izleyeceği söylenebilir. Bakalım, o zaman amatör kullanıcılar, ellerindeki küçük dijital kameralarla bizlere neler gösterecekler. 

(Taraf gazetesinde 19.12.2008'de yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: